Dikkat dağınıklığı
Ders çalışmama
Unutkanlık
Öğrenme zorluğu
Aşırı hareketlilik
Davranış sorunları
Arkadaş ilişkilerinde sorunlar
Kurallara uymama
Karşı gelme, söz dinlememe
Aşırı TV izleme
Sürekli bilgisayar oyunları oynama
Uygunsuz İnternet kullanımı
Konuşma gecikmesi
Gelişimine uygun oyun oynayamama
Konuştuğunun anlaşılamaması
Kekeleme
Bazı harfleri söyleyememe
Altını ıslatma
Kaka kaçırma
Okul korkusu
Anneden ayrılamama
Yalnız yatamama
Korkularının olması
Sınavlardan önce aşırı stres yapma
Yeme sorunları
Uyku sorunları
Mutsuzluk
İntihar düşüncesi
Takıntılar
Tırnak yeme
Parmak emme
Saç, kaş koparma
Ergenlik sorunları
Uygunsuz maddeler kullanma
Garip davranışlarda bulunma
Ses duyma, hayal görme
Bebek, Çocuk, Ergen, Gençlerin psikososyal sorunlarının çözümüne yardımcı olmak amacıyla koruyucu, önleyici, eğitici, geliştirici, iyileştirici ve rehabilite edici nitelikte; Normal Çocukların Psiko-Sosyal Gelişim Takibi ve Danışmanlığı, Çocuk, Ergen ve Genç Psikiyatrisi, Bireysel Psikolojik Danışmanlık, Bireysel Psikoterapi, Aile Eğitimi, Dikkat Eksikliği Hiperaktivite, Otizm, Öğrenme Güçlükleri, Yaygın Anksiyete Bozukluğu, Obsesif-Kompulsif Bozukluk, Sınav Kaygısı, Depresyon, Gelişim Bozuklukları, Uyum Bozuklukları, Konsantrasyon Bozukluğu, Panik Bozukluğu, Bipolar Bozukluk, Çocuklarda Tuvalet Eğitimi, Majör Depresif Bozukluk, Konuşmada gecikme, Alt Islatma (Enürezis), Kaka Kaçırma, okul zorlukları, Disleksi, Psikiyatrik Bozukluk, Okul Reddi, Erken Ergenlik Problemi, Tikler, Şizofreni, Dehb, Diskalkuli, Dikkat Testi, Asperger Sendromu, Uykusuzluk, Psikolojik Bozukluk, Çocukluk Dönemi Korkuları, Pandas Hastalığı, Kaygı Bozuklukları, Atipik Psikoz, Sinir Hastalığı, Stres, Saç ve Kıl Koparma Hastalığı (Trikotillomani), Yas (Matem), Anne – Baba Ayrılığı, Sağlam Bebek Takibi (Bebek Psikolojisi), Korku, Kekemelik gibi Çocuk ve Ergenlerde ortaya çıkan zihinsel, duygusal ve davranışsal sorunları erken dönemde saptayıp önlemeye ve tedavi etmeye çalışmaktayız. Kliniğimiz, çocuk ergen ve gençlere ebeveynleri ile birlikte ayaktan psikolojik danışmanlık, ruhsal değerlendirme ve tedavi hizmeti veren bir kurumdur. Çocuk ve gençlerin psikometrik değerlendirmeleri kapsamında gerektiğinde uzman klinik psikologlar tarafından nöropsikolojik testler, zekâ testleri ya da gelişimsel tarama testleri uygulanmaktadır.
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), çocukluk çağında başlayan, kişinin yaşına ve gelişim düzeyine uygun olmayan dikkatsizlik, hiperaktivite ve dürtüsellik belirtileri ile
Otizm Spektrum Bozukluğu (OSB), yaşamın erken döneminde başlayan, tüm gelişimsel dönemlerde pek çok alanda bozucu etkilere sahip; bireyi, ailesi ve çevresiyle beraber olumsuz yönde etkileyen, yaşam boyu süren
Depresyon ataklarla giden ya da kronik seyir gösteren bir psikiyatrik bozukluktur. Süreğen ve yaygın bir üzüntü veya mutsuzluk hali, günlük etkinliklerden keyif alamama, irritabilite, iç sıkıntısı ve bunlara eşlik eden olumsuz düşünme, enerjinin azalması/yokluğu,
Tikler, ani, hızlı, amaçsız, farklı kas gruplarını içeren düzensiz motor hareketler veya sesler olarak tanımlanmaktadır. Çoğunlukla zamanla değişirler, fakat herhangi bir noktada, tik repertuarı karakteristik bir tarzda tekrarlanır. Tourette sendromu
Selektif Mutizm, konuşabilme becerisinin olmasına rağmen konuşmanın beklendiği bir takım ortam ve durumlarda konuş(a)mama olarak tanımlanmaktadır. Selektif mutizm sıklığı farklı toplumlarda değişkenlik
Ayrılma anksiyetesi, bebekte seçici bağlanmanın gelişimi ile başlayan ve yıllarca devam eden normal gelişimsel bir süreçtir. Normal ayrılma anksiyetesi, genellikle erken çocukluk döneminde artış göstermekte ve 3-5 yaşlarında
Özgül Öğrenme Bozukluğu; zihinsel gelişim normal sınırlarda olduğu halde, okuma, yazma, aritmetik ve diğer akademik işlevlerde güçlüklerin bulunduğu, yapısal ve gelişimsel bir durum olarak tanımlanmaktadır. Dil, okuma,
Dünya Sağlık Örgütü tarafından 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü’nün teması “Değişen Dünyada Gençler ve Ruh Sağlığı” olarak belirlendi. Dünya nüfusunun altıda biri, yaklaşık 1,2 milyar insan,10 ile 19 yaş arasındadır.
İnternet Bağımlılığı Ergenler ve Tedavi Yaklaşımları
İnternet bağımlılığı; genel olarak internetin aşırı kullanılması, isteğinin önüne geçilememesi, internete bağlı olmadan geçirilen zamanın önemini yitirmesi, yoksun kalındığında aşırı sinirlilik hali ve saldırganlık olması
Çocuk ve ergenler dünya nüfusunun neredeyse üçte birini oluşturmakta ve yaklaşık yüzde doksanı, dünya nüfusunun yüzde ellisini oluşturan düşük ve orta gelirli ülkelerde yaşamaktadır. Ülkemizde de benzer şekilde 18 yaş altı çocuk ve ergenler genel nüfusun yaklaşık üçte birini oluşturmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü, çocuk ve ergenlerin ruh sağlığını “en iyi psikolojik işlevsellik ve iyi olma ve sürdürme kapasitesi” olarak tanımlamaktadır. Günümüzde kabul gören hâkim görüş, çocuk ve ergenlerde ortaya çıkan psikiyatrik sorunların erişkin dönemde de devam eden yıkımlar yarattığıdır. Bu nedenle özellikle çocukluk ve ergenlik döneminde etkili ruh sağlığı yaklaşımlarını planlayabilmek çok büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Uzmanlarına büyük sorumluluk düştüğünü söylemek mümkündür. Günümüzde hızlı sosyal değişiklikler, stresli okul ortamı, cinsiyet ayrımı, sağlıklı olmayan yaşam biçimi davranışları, sosyal dışlanma, şiddet, fiziksel hastalık, insan haklarının ihlal edildiği durumlar, ruhsal sorun ve psikiyatrik bozukluklarla ilişkili bulunmuştur.
Kişilik ve genetik özellikler de çocuk ve ergenlerin ruh sağlığını etkilemektedir. Dünya ülkelerinde yapılan çalışmalarda sıklığı değişmekle birlikte çocuk ve ergenlerin yaklaşık %10-20’sinin ruh sağlığı sorunu ya da bozukluğu olduğu bildirilmektedir. Ruh sağlığı bozukluklarının yaklaşık olarak %50’si 14 yaşından önce başlamaktadır. Bu dönemlerdeki ruhsal sorunlar çocukların normal psikolojik, duygusal, sosyal gelişimini aksatarak bireyin ideal işlevselliğe ulaşmasını engelleyebilmektedir.
Bursa Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Kliniğimizde;
Bebek, Çocuk, Ergen, Gençlerin psikososyal sorunlarının çözümüne yardımcı olmak amacıyla koruyucu, önleyici, eğitici, geliştirici, iyileştirici ve rehabilite edici nitelikte; Normal Çocukların Psiko-Sosyal Gelişim Takibi ve Danışmanlığı, Çocuk, Ergen ve Genç Psikiyatrisi, Bireysel Psikolojik Danışmanlık, Bireysel Psikoterapi, Aile Eğitimi, Dikkat Eksikliği Hiperaktivite, Otizm, Öğrenme Güçlükleri, Yaygın Anksiyete Bozukluğu, Obsesif-Kompulsif Bozukluk, Sınav Kaygısı, Depresyon, Gelişim Bozuklukları, Uyum Bozuklukları, Konsantrasyon Bozukluğu, Panik Bozukluğu, Bipolar Bozukluk, Çocuklarda Tuvalet Eğitimi, Majör Depresif Bozukluk, Konuşmada gecikme, Alt Islatma (Enürezis), Kaka Kaçırma, okul zorlukları, Disleksi, Psikiyatrik Bozukluk, Okul Reddi, Erken Ergenlik Problemi, Tikler, Şizofreni, Dehb, Diskalkuli, Dikkat Testi, Asperger Sendromu, Uykusuzluk, Psikolojik Bozukluk, Çocukluk Dönemi Korkuları, Pandas Hastalığı, Kaygı Bozuklukları, Atipik Psikoz, Sinir Hastalığı, Stres, Saç ve Kıl Koparma Hastalığı (Trikotillomani), Yas (Matem), Anne – Baba Ayrılığı, Sağlam Bebek Takibi (Bebek Psikolojisi), Korku, Kekemelik gibi Çocuk ve Ergenlerde ortaya çıkan zihinsel, duygusal ve davranışsal sorunları erken dönemde saptayıp önlemeye ve tedavi etmeye çalışmaktayız. Kliniğimiz, çocuk ergen ve gençlere ebeveynleri ile birlikte ayaktan psikolojik danışmanlık, ruhsal değerlendirme ve tedavi hizmeti veren bir kurumdur. Çocuk ve gençlerin psikometrik değerlendirmeleri kapsamında gerektiğinde uzman klinik psikologlar tarafından nöropsikolojik testler, zekâ testleri ya da gelişimsel tarama testleri uygulanmaktadır.
Zorbalık, başka bir kişiye rahatsızlık verme amacıyla tekrarlayan fiziksel veya psikolojik saldırganlıkla karakterize güç kullanmaktır. Akran zorbalığı ise, kendini savunmada zorlanan bir çocuk veya ergenin, tekrarlayan biçimde bir veya daha fazla öğrenci tarafından kasıtlı olarak yapılan rahatsız edici davranışlara maruz kalması olarak tanımlanmaktadır. Olumsuz davranışlar fiziksel temasla (itme, çarpma, tekmeleme), kelimelerle (tehdit, alay etme, sataşma) olabileceği gibi jestlerle, gruptan kasıtlı olarak dışlama şeklinde de olabilir.
Çocuklar akran zorbalığında temel olarak zorba, kurban ve zorba/kurban olmak üzere üç şekilde rol alırlar. Zorbalar; zorbalığı başlatan, lider rol üslenen kişiler, kurbanlar; zorbalığa maruz kalan kişiler, zorba/kurbanlar ise; hem zorbalık yapan hem de zorbalığa maruz kalan kişilerdir.
Öğrencilerin yaklaşık %50’si yaşamlarının bir döneminde zorbalığa maruz kalmakta ve günümüzde akran zorbalığı, giderek artan toplumsal bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Zorbalık, beden ve ruh sağlığını, sosyal ilişkileri ve akademik başarıyı etkilemekte, kişi ve toplum üzerinde ciddi maliyetlere neden olmaktadır.
SİBER ZORBALIK
Günümüz modern toplumlarında görülen bir diğer akran zorbalığı tipi siber zorbalıktır. Siber zorbalık bilgisayar, cep telefonu, tablet benzeri elektronik aletlerle bir akrana karşı yapılan saldırgan ve zarar verme amaçlı davranışları tanımlar. Geleneksel zorbalıktan farklı olarak siber zorbalıkta kurban ve zorba arasında güç farklılığı bulunması gerekmemektedir. Elektronik ortamda çok kısa sürede geniş kitlelere ulaşan siber zorbalık davranışı sosyal medya ve internet üzerinden yayın yapan medya kuruluşları aracılığıyla bazen bütün dünyaya yayılabilmektedir ve siber zorbalığın kim tarafından yapıldığını tespit etmek oldukça zor olmaktadır. Siber zorbanın izini sürmek zordur ve bu nedenle siber zorbalar bulunabileceklerine dair daha az korku yaşarlar bununla birlikte siber zorba kurbanda meydana gelen stresi görmeyebilir. Siber zorbalığın geleneksel zorbalıktan bir diğer farkı da akran zorbalığındaki zaman içerisinde tekrarlama özelliğinin çoğu zaman olmamasıdır. Siber zorbaların çoğunluğu kurbanlarını tanırken, kurbanların %60’ından daha fazlası kim tarafından siber zorbalık yaşadıklarını bilmezler. Siber kurbanlar kullandıkları elektronik aletlerin ellerinden aileleri tarafından alınabileceğini düşünerek genellikle siber zorbalığı bildirip bildirmemek konusunda tereddüt yaşarlar. Siber zorbalık okulda sıklıkla mesajlaşma yoluyla olur fakat kurbanlar bazı okullarda cep telefonu kullanımının yasak olmasından dolayı genellikle bunu öğretmenlerine ya da okul yetkililerine bildirmek istemezler.
AKRAN ZORBALIĞININ FİZİKSEL VE RUHSAL ETKİLERİ
Akran zorbalığının etkileri ile ilgili birçok çalışma yapılmış olup, akran zorbalığına dâhil olan her öğrencide, bulunduğu role göre farklı psikiyatrik ve fiziksel semptomlar ortaya çıkmaktadır. Zorbalığa maruz kalan çocuklarda baş ağrısı, karın ağrısı, iştah kaybı gibi bedensel belirtiler, uyku problemleri, alt ıslatma, psikotik semptomlar, borderline kişilik bozukluğu (BKB), yeme bozukluğu, depresyon, kendine zarar verici davranışlar ve intihar davranışları diğer çocuklara göre daha fazla görülmektedir. Bu çocuklarda daha fazla devamsızlık ve okul başarısızlığı olmaktadır.
Bilişsel gelişiminde gerilik, otizm, öğrenme bozukluğu, dikkat eksikliği ve hiperaktivitesi olan, davranışsal ve duygusal problemler, serebral palsi gibi kronik hastalıklar zorbalığa uğramayı arttırmaktadır. Farklı görünüme sebep olabilen bir takım deri hastalıkları ve doğuştan ya da sonradan edinilmiş dış görünümdeki farklılıklar zorbalığı arttırmaktadır. Özellikle aşırı kilo ya da obezite gibi sebeplerle ağırlık ve şekil açısından fiziksel görünümleri farklı çocuk ve ergenler kendileriyle alay edildiğini ifade eder ve sıkça zorbalığa maruz kalırlar.
Son yıllarda özellikle Amerika’da sıkça görülen silahlı okul baskınları ve taramaları çocuk ve ergenlerin medya aracılığıyla maruz kaldıkları şiddet ve saldırgan davranış ilişkisini gözden geçirmeyi gerekli kılmıştır. Öfkeli ve suçlu arkadaş çevresinin varlığı, medya aracılığıyla öğrenilmiş şiddet ve akran zorbalığı arasında bir aracı görevi görüyor olabilir.
AKRAN ZORBALIĞINDA KORUYUCU FAKTÖRLER
Sıcak ve yakın aile bağları, akran zorbalığı mağduriyetine karşı çocuk ve ergenlerin duygusal ve davranışsal dayanıklılığı arttırır. Olumlu rol model olabilen, aile bağları kuvvetli, destekleyici ebeveynlerin varlığı akran zorbalığına karşı koruyucudur. Annenin sıcaklığı ve yakınlığı ve iki ebeveynin bir arada olması aileler akran zorbalığına karşı koruyucu faktörlerdir. Yakın ve samimi dostluğun ve komşuluğun olduğu çevrelerde görülen sosyal destek akran zorbalığını azaltabilir. Olumlu ve destekleyici bir okul kültürünün ve okul çalışanlarının varlığı, sınıf içerisindeki iklim akran zorbalığına karşı koruyucudur. Okul ile sağlıklı bir bağın olması, birbirlerini ve öğretmenlerini seven sınıf arkadaşlarının varlığı akran zorbalığının dinamiğinde koruyucu önemli bir faktördür. Destekleyen bir arkadaş çevresinin varlığı, arkadaşları tarafından kabul görme ve arkadaşları ile ilgili olumlu algı akran zorbalığına karşı koruyucudur.
Kaynaklar
Fahy AE, Stansfeld SA, Smuk M, Smith NR, Cummins S, Clark C. Longitudinal associations between cyberbullying involvement and adolescent mental health. J Adolesc Health 2016;59(5):502-9.
Anne babanın çocuk yetiştirme tutumları genel olarak; baskıcı/otoriter tutum, aşırı koruyucu tutum, aşırı izin verici tutum, tutarsız/kararsız tutum, demokratik tutum, mükemmeliyetçi anne/baba tutumu,ayrımcılık yapan anne/baba tutumu, reddedici anne/baba tutumu olarak sınıflandırılmaktadır. Biz bu yazıda kültürümüzde en sık karşılaştığımız ebeveyn tutumlarına değinmeye çalışacağız.
1. OTORİTER ANNE BABA TUTUMU
Otoriter tutumu benimseyen ebeveynler çocukların kendilerinin belirledikleri kurallar doğrultusunda davranmalarını ve onları denetlemeyi amaç edinirler. Ailede çocuğun itaati önemlidir, çocuk kurallara uymadığı takdirde ceza alacağını bilir.
Otoriter anne baba tutumunu benimseyen ebeveyn çocuğunu sürekli denetleyerek ve kontrol ederek onun kendine olan güvenini ortadan kaldırıp kişiliğini hiçe saymaktadır. Bu tip ailelerde yetişen çocukların duygu ve düşünceleri dikkate alınmaz, çocuklar koyulan kurallara itiraz etmeden uymak zorundadırlar. Kurallara uyulmadığı durumda fiziksel şiddet ve baskı kullanılabilir. Bunun sonucunda kendi kararlarını kendi veremeyen, özgüveni düşük bir çocuk yetişir.
Otoriter tutumu benimseyen anne babalar çocuklarının onlara mutlak olarak itaat etmesini, kuralları ve istekleri tartışmasız olarak kabul etmelerini beklerler, sevgilerini göstermezler ve çocukla aralarına mesafe koyarlar. Aile ile ilgili ya da çocuk hakkında alınacak kararlarda çocukla fikir alışverişine girmeden kararları kendileri alırlar. Aile tarafından çocuğa uygulanan katı disiplin anlayışı çocuk üzerinde iki farklı sonuç doğurabilmektedir. Bu durum, çocuklardan bazılarının ezilip bastırılmasına, boyun eğmelerine neden olurken bazılarının ise saldırganlaşmasına, kontrolsüzlük belirtileri göstermesine neden olabilir.
Ebeveynler otoriter tutumu benimsediklerinde sevgi ve ilgi gösterme davranışlarını yalnızca istenilen davranışlarını arttırmak için kullanırlar. Çocuklarına yalnızca onların istedikleri gibi davranırlarsa sevgilerini gösterirler. Fiziksel ve duygusal olarak cezalandırılan bu çocukların kişilik gelişimi olumsuz yönde etkileneceği gibi dıştan yönetilen bağımlı bir kişilik yapısı gelişecektir.
2. AŞIRI HOŞGÖRÜLÜ TUTUM
Aşırı hoşgörülü anne babalar çocukları etrafa zarar verseler dahi onlara kısıtlama getirmezler ve hoşgörü ile karşılarlar. Çocuğun istenmeyen davranışlarına kural koymaktan kaçınırlar. Aile ortamında çocuk merkezli eğitim uygulanır ve denetimin yeri yoktur, çocuğun her istediği yapılmaya çalışılır.
Aşırı hoşgörülü anne babaların çocukları üzerinde kontrolleri düşük, sıcaklık düzeyleri yüksektir. Bu tutumu benimseyen ebeveynlerin çocuklarından hiçbir beklentileri yoktur, çocuklarının tüm taleplerini karşılamaya çalışırlar. Çocuklarının etrafa zarar vermesine, kontrolsüz ve saldırganca davranmasına karşı çıkmazlar.
Ebeveynin çocuğa aşırı hoşgörülü ve düşkün olması çocuğun şımarmasına ve bencil olmasına neden olur. Bu tutumla yetişen ailelerde çocuklar, sürekli diğer insanların dikkatini çekmeye çalışır ve onlardan sürekli hizmet bekler. Bunun sonucunda bu çocukların sosyal uyumunun zayıf olması beklenir. Yaşamlarının ilk gününden itibaren her türlü ihtiyaç ve istekleri karşılanan çocuklar, yetişkinlik dönemine geldiklerinde kendilerine toplumun düzenini bozabilecek haklar tanıyabilirler. Bu tutumu benimseyen anne babalar bir süre çocuklarının taleplerini tartışmasız yerine getirir, ancak bir süre sonra bu istekler karşında dayanamayıp sert cezalar uygulamaya başlarlar. Bu durum sonucunda aile ortamında hem aşırı hoşgörülü olma hem de çok sert tutumların uygulanması bir tutarsızlığa yol açabilir. Bu anne babaların çocukları evdeki bütün kuralları kendileri belirler. Anne babalar kendi istediklerini yaptırmak için çocuklarını ikna ve idare etmeye çalışsa da evdeki çatışmalar ancak çocuğun istekleri yerine getirildiğinde çözümlenir.
3. AŞIRI KORUYUCU TUTUM
Aşırı koruyucu tutum, ebeveynlerin çocuklarına gereğinden fazla kontrol ve özen gösterdiği tutumdur. Böyle bir tutumun sonucunda çocukta diğer kişilere karşı bağımlı olma, kendi kararlarını kendi verememe, özgüven eksikliği ve duygusal kırıklıklar gibi problemler görülebilir. Aşırı korumacı anne babanın çocuğu yaşamı boyunca sürebilecek bir bağımlılık duygusu yaşayabilir ve ileriki yıllarda aynı koruma duygusunu başka insanlardan karşılamak isteyebilir.
Koruyucu tutuma sahip olan anneler çocuklarının bütün ihtiyaçlarını karşılarlar, çocuğun büyüdüğünü kabul etmeyerek yemeğini yedirir, kendi yatağında uyutur, onun ödevlerini dahi yapar. Sokağa çıkıp oynamalarına ve başka çocuklarla iletişim kurmalarına izin vermezler. Böyle bir aile ortamında yetişen çocuğa büyüme fırsatı verilmez ve toplumsal gelişimi de engellenir. Aşırı korunan çocuklar kendini korumayı bilmedikleri için toplum içinde savunmasız, içedönük ve utangaç bir kimlik geliştirirler. Bu şekilde yetişen çocuklar annelerine karşı bağımlılık geliştirirler, her şeylerini annelerinin yapmalarını isterler. Bunun sonucunda çocuk annesine sormadan bir şey yapamaz duruma gelir. Çocuk içedönük olabileceği gibi aşırı otoriter, sorumsuz, şımarık, aşırı kızıp sinirlenen ve etraftaki insanları kullanan bir kişilik geliştirebilir.
4. DEMOKRATİK ANNE BABA TUTUMU
Anne ve babanın çocuk yetiştirme tutumu olarak benimsediği en sağlıklı ebeveyn örüntüsü demokratik ebeveyn tutumudur. Demokratik tutumu benimseyen anne babalar, çocuklarına karşı hoşgörülü davranan, onlara güven veren ortamı sunan ve destekleyici bir tutum sergileyen ebeveynlerdir.
Demokratik ebeveynlerin hem kontrol hem de sıcaklık boyutunun düzeyi yüksektir. Belirgin sınırlar ve kurallar koyarlar, belirli taleplerde bulunurlar ancak bunların çocuğun karşılayabileceği düzeyde olmasına dikkat ederler. Çocuğun ihtiyaçlarına karşı duyarlı ve kurallar üzerine çocukla fikir alışverişi yapmaya açıktırlar. Bu tip anne babalar çocuklarının taleplerini dinleyip yapılmaması gereken davranışları sebepleri ile birlikte çocuğa açıklarlar. Demokratik anne ve babalar çocuklara özerkliği verirken disiplini de elden bırakmaz, bu iki durum arasında bir denge kurmaya çalışırlar. Demokratik tutuma sahip anne babaların çocukları diğerlerine kıyasla öz güveni en yüksek olan çocuklardır. Öfke kontrolünde, arkadaşlık kurmada ve girişkenlikte önde olan bu çocuklar bilişsel alanda da başarılıdırlar. Anne babaların çocuklarına karşı hoşgörülü olduğu bu tutum, çocukların kendine güveni yüksek olan, denemekten korkmayan, yaratıcı ve toplumsal bir birey olarak yetişmesine yardımcı olur.
Demokratik ailelerde anne baba ve çocuk arasındaki iletişimde “koşulsuz sevgi” ve “empati” temeldir. Aile içinde ortaya çıkan sıkıntılar iletişim kurularak çözülür, evde sıcak ve samimi bir ortam vardır. Kurallar çocuğun gelişimini sağlamak ve sorumluluk duygusu kazandırmak için çocuğun yapabileceği düzeyde belirlenir. Kurallar fikir alışverişi yapılarak iş birliği içerisinde belirlenir. Demokratik ailelerde sevgi ve hoşgörünün yanında disiplin de vardır, gerektiğinde çocukların davranışları sınırlandırılır.
5. DENGESİZ/KARARSIZ VE TUTARSIZ ANNE BABA TUTUMU
Dengesiz kararsız anne baba tutumunda ebeveynler arasında görüş ayrılığı olabileceği gibi, davranışlarında tutarsızlıkta görülebilir. Bu tutumu benimseyen anne babalar çocukla ilgili durumlarda birbirlerini sürekli eleştirirler. Çocuklar hangi davranışın istenen hangi davranışın istenmeyen davranış olduğunu anlayamazlar çünkü bu durum anne babanın ruhsal durumuna göre değişmektedir. Ayrıca birinin olumlu dediğine birinin olumsuz demesi de çocuğun istenen davranışı bulmasını zorlaştırmaktadır. Bu tutumu benimseyen ailelerde disiplin vardır ancak çocuk disiplinin ne zaman ve nerede uygulanacağını bilemez. Anne babalar aşırı hoşgörü ile sert cezalar arasında gidip gelirler, bazen görmezden geldikleri, önemsemedikleri bir davranışa başka bir zaman çocuklarını azarlayarak ya da cezalandırarak tepki gösterebilirler. Bu nedenle çocuklar davranışlarını anne babalarının ruhsal durumuna göre ayarlamaya çalışırlar. Bir davranışı yapmadan önce davranışın yanlış olup olmasından ziyade, anne babasının bu davranışa ne zaman yapsa kızmayacaklarını düşünürler.
Anne babanın birbirini çocuk yetiştirme konusunda sürekli eleştirmesi, sıklıkla yaşanan anlaşmazlık ve tartışmalar çocuk üzerinde yıkıcı bir etki yaratmaktadır. Evde yaşanan gerilimler, çocuğun sosyal ve duygusal olumsuz gelişimi ve davranış problemlerinin temel nedenidir.
SONUÇ
Ailede çocuklarla, ebeveyn ilişkisinde temel belirleyici faktör anne ve babanın tutum ve davranışlarıdır. Anne ve babanın çocuklarına karşı sergiledikleri davranış şekilleri, olaylar karşısında sergiledikleri tutumlar, anne ve baba ile çocuk arasındaki ilişkinin yönünü ve şeklini belirler. Psikolojisi düzgün, ruhi yapısı sağlam, karakteri olumlu yöne doğru kanalize edilmiş çocuk yetiştirebilmek için anne ve baba tutumları çok ama çok önemlidir.
Ankisiyete kabaca duygusal tehlike beklentisiyle birlikte olan huzursuzluk olarak tanımlanabilir. Aslında kaygı gelişim boyunca normal sayılan, gerçek ya da hayali tehlike veya durum karşısında insanı korumaya ve uyuma yönelik bir tepkidir.
Çocukluk dönemi söz konusu olduğu zaman geçici korkular ve kaygı normal gelişimin bir parçasıdır. Ancak kaygılar belirgin sıkıntıya yol açtığında; bu endişe ve/veya korkular bireyin sosyal, akademik işlevlerinde bozukluğa yol açmaya başlar. Eğer bu durum normal kabul edilen düzeyin üzerinde ise incelenmesi gereken bir sorun olarak görülmektedir. Kaygı çocuklarda huzursuzluk, yorgunluk, uyku ve iştahta sorunlar, dikkat sorunları baş ağrısı, kas gerginliği gibi bedensel sorunlara yol açabilir.
Güncel tanı sınıflama sistemi olan DSM-5’te anksiyete bozuklukları başlığı altında; ayrılma anksiyetesi bozukluğu, selektif mutizm, panik bozukluk, özgül fobi, sosyal fobi ve yaygın anksiyete bozukluğu yer almaktadır. DSM-5’e kadar obsesif kompulsif bozukluk, anksiyete bozuklukları başlığı altında yer alırken DSM-5’te obsesif kompulsif bozukluk, anksiyete bozuklukları grubundan çıkarılıp, obsesif kompulsif bozukluk ve ilişkili bozukluklar olarak ayrı bir gruba dahil edilmiştir.
Anksiyete bozuklukları çocukluk çağının en sık gözlenen psikopatolojilerinden biridir. Yapılan çalışmalarda çocuk ve ergenlerde yaşam boyu herhangi bir anksiyete bozukluğu görülme sıklığı %15-20 arasında değişmektedir. Toplum çalışmalarının verilerine göre 13-18 yaş aralığında herhangi bir anksiyete bozukluğunun görülme sıklığı %31,9 olarak bulunmuştur. Çocuk ve ergenlerde anksiyete bozukluklarının görülme sıklığına bakıldığında yaşla birlikte anlamlı değişiklikler olduğu bilinmektedir. Ergenlik döneminde; hem kız hem de erkeklerde ayrılma anksiyetesi sıklığı azalırken panik bozukluk, agarofobi ve obsesif kompulsif bozukluk sıklığında artış olduğu gösterilmiştir. Ayrıca kızlarda yaşla birlikte sosyal fobi ve yaygın ankiyete bozukluğu sıklığında artış olduğu bilinmektedir. Anksiyete bozukluklarına ilişkin güncel veriler çocuk ve ergenlerdeki anksiyete bozukluklarının kronik seyrettiğini, işlevsellikte belirgin bozulmaya yol açtığını ve erişkin dönemde görülen anksiyete bozukları, depresyon, madde kullanımı ve yıkıcı davranış bozuklukları açısından belirgin risk faktörü olduğunu göstermektedir.
Öfke büyük küçük tüm insanların farklı doz ve sıklıkla hissettiği doğal, evrensel ve sağlıklı bir duygudur. Dünyaya gözümüzü ağlayarak açarız. Haykırma, bağırma ile oksijeni ciğerlerimize doldurarak yeni dünyaya alışmaya başlarız. Çocuklar aile ve çevre faktörlerine bağlı olarak öfke içeren duygu ve davranışlarını geliştirirler. Bebeklik döneminde karnı acıkınca, altı temizlenmeyince ağlayarak ihtiyacının karşılanmasını bekler. Temel güven ve sevginin oluştuğu ilk yıllarda tatmin edilmeyen çocuk değersiz, sevgisiz kişilik oluşumunun da adımlarını atar.
Bu dönemde istek ve ihtiyaçlarının anne tarafından sevgi ve şefkatle karşılanması gereklidir. Sonraki dönemlerde ise artık bağımsızlaşması kendini gerçekleştirmesine, kendi becerilerini ortaya koymasına olanak verilmelidir.
Öfke ve şiddetin nedenlerine baktığımızda arzularımızı veya ihtiyaçlarımızı engelleyen bir olay, nesne veya kişinin olması, haksızlığa uğrama, fiziksel ceza ve yaralanmalar, tacize uğrama, hayal kırıklığı, ebeveyne bağımlı olma, tehditlere maruz kalma gibi faktörlerin ön planda olduğu görülmektedir. Bu olumsuz duygu ve durumlarda öfke, bir anlamda çevreyle iletişimde kendine göre savunma oluşturan bir tampon , kendini koruma tepkisi olarak gerçekleşir.
Evin paşası, prensesi konumunda isteklerinin anında yerine getirildiği, isteklerine hayır dendikten sonra pes edip evet dendiği, aynı duruma bazen evet bazen hayır dendiği sınırlarının belli olmadığı, kararları ebeveynin değil artık çocukların aldığı aile içi rollerinin karıştığı durumlara alışan çocuk, ev dışındaki arkadaş ve okul çevresinde aynı kabulü bulamayınca kabul ettirme yöntemi olarak öfke ve saldırganlığa başvurabilmektedir.
Çocuklardaki Öfke Problemi Nasıl Anlaşılır?
Çocuğum;
Kendi sorunları için başkalarını suçluyor.
Öfkeli ya da üzgün hissettiğinde bir şeyleri kırıp zarar veriyor.
Ne zaman sinirlense onu yatıştırmak için çok fazla zaman harcıyorum.
Herhangi bir değişiklikten hoşlanmıyor ve buna zorlandığında aşırı tepki gösteriyor.
Diğer çocuklarla oynarken oyunun kurallarını değiştiriyor.
Engellendiğinde nefret dolu şeyler söylüyor.
Disiplinle karşılaştığında negatif, yavaş ve yapması gereken şeye direnir bir pozisyona girer.
Her şey huzur içinde olsa bile üzülmek ve sinirlenmek için argümanlar arar.
Arkadaşlarına karşı dışlama, küçümseme ve haklarında şikâyet etme davranışları gösterir.
Öfkeli olduğunda kontrolünü kaybeder ve bunu vücut dili ile açıkça gösterir.
Her öfkelendiğinde kötü bir dil kullanır.
Yeni bir şey öğrendiğinde kolayca sinirlenir ve başka bir şey yapmak ister.
İnatçıdır ve doğru ses tonu veya yaklaşımı kullanmadığınız sürece yapması gereken şeyi yapmayı reddeder.
Arkadaşları tarafından birlikte oyun oynamayı sevilmeyen biridir.
Diğer çocuklarla kavga eder ve öfke kontrolü yaşar.
Çoğu çocuk bu işaretleri gösterebilir ancak bunlardan birkaçı ısrarlı ise veya çocuğunuz birçoğunu kapsıyorsa bir uzmandan destek almanız gerekir.
Ergenlerde Öfkeye Sebep Olan Faktörler
Kışkırtma,
Tehdit,
Emir,
Suçlama,
Yasaklar,
Eleştiriler,
Dersler,
Tekrarlar,
Sorular,
Kontroller,
Utandırılmak,
Diğer çocuğa ekstra ilgi,
Dinlenilmemek,
Gülünç duruma düşmek,
Özgüven kırılması,
Özel hayatının ihlali,
Kaynaklarını kaybetmek (para, arkadaş, ev, vs.)
Doğrulara olan inanç kaybı.
Ergenler Neden Öfkelenmeye Yatkındır?
Kendi isteği dışında gelişen bedensel/ruhsal değişime müdahale edememeleri.
Bir sürü ifade edilmemiş içsel birikintinin dışa vurulmuş hali olan duygusal patlamalar yaşamaları.
Özgürlüklerinin ellerinden alınması, birey olduklarını hissedememeleri ve sürekli kontrol altına almaya çalışılması.
İçinde bulundukları geçiş döneminden dolayı yaşadıkları duygu karmaşası.
Sorumluluk bilincinin azlığı, sonuç tahmini ve ileriyi görme yetisinin azlığı.
Öfke ve şiddetin kontrolü
Öfkeyi kendine ve başkasına zarar vermeden doğru ifade edebilme becerisine “öfke kontrolü” denir. Öfke kontrolü duygusal, düşünsel ve davranışsal önlemlerle aile, okul ve toplumda sağlanabilir.
Aile Önerileri
Çocuklara tutarlı ve sürekli ilgi ve sevgi göstermek
Çocukların bağımsız ve yeterli olmalarına, kendi becerilerini göstermelerine fırsat vermek ve desteklemek
Olumsuz duygu, davranış ile tepki vermemek. Vurmamak, küfür, hakaret, tehdit ile yaklaşmamak.
Çocuk, öfkeli davranışlar sergilemediğinde ona ilgi göstermek ve övmek
Çocuk, öfke nöbeti geçirmeye başladığında özel ilgi göstermemek. Öncesinde neyle meşgulsek o işe devam etmek
Çocuğa net bir şekilde öfkeli davranışlarına son vermesi gerektiğini söylemek. Öfkeli durumu daha da artmadan dikkatini dağıtmaya veya başka bir alana yönlendirmeye çalışmak.
Öfke nöbeti geçirdiği sırada çocuğun kendisine veya başkalarına zarar vermeyeceği güvenli bir ortamda tutulmasını sağlamak
Çocuğa öfkelenmenin doğal bir duygu olduğunu ve buna hakkı olduğunu söylemek. Ama bu yüzden konu ile ilgili fikrinin değişmeyeceğini ve öfkesi sona erdiğinde onun yanında olunacağını söylemek ve bu konuda kararlı durmak.
Sorunlarını birlikte tartışmak. Şiddete başvurma ve başvurmama durumlarının sonuçlarını tartışmak
Şiddet dışı durum ve ortamlara yönlendirmek
Eleştiri, Yargılama, Öğüt ve öneri de bulunmamak
Empati geliştirmesini sağlamak
Televizyon, film ve bilgisayar oyunlarını sınırlamak
Okul Önerileri
Akranlar arasında arabulucuk yapmak
Çatışma çözümünü öğretmek
Problem çözümünü öğretmek
Öfke yönetimini öğretmek
Öğretmenlerin sözlü ve fiziksel istismarını engellemek
Kişiler arası ilişki ve sosyal beceriyi öğretmek
Olumsuz düşünce ve davranışlarını fark ettirmek ve olumlularla yer değiştirmesini sağlamak
Çocuğun öfkesine boyun eğildiği ve öfkesiyle istekleri yerine geldikçe bu davranışların sıklığı ve şiddeti devam edecektir. Karşılık verme hakkını görmek, rahatlama ve boşalma sağladığına dayandırmak özellikle gençler arasında yaygındır. Onlara öfkenin öfkeyi, şiddetin şiddeti doğurduğu anlatılmalıdır. Öfke ortaya çıkmadan önce bedenin verdiği fizyolojik ipuçları vardır. Ateş basması, kalbin hızlı atması, ellerin yumruk yapması, çenenin kilitlenip, dişlerin sıkılması, titreme, kaslarda gerginlik gibi bu fiziksel değişimleri fark etmek, öfke üreten düşünce yerine ilgiyi mutlu eden başka yöne kaydırılmak, zihinsel olarak imgelendirmek, ilişki becerisi ve düşünceyi yeniden yapılandırmak için uzman başvurularak destek alınabilir.
ÖZET Yeme bozuklukları çocuk ve ergenlerde sıkça görülen, sağlıklı yeme davranışının ciddi olarak bozulduğu, genellikle kronik gidişli psikiyatrik bozukluklardır. Bu bozukluklar, hem psikiyatrik hem de tıbbi sorunların eklenmesi ile birlikte önemli ölçüde morbidite ve mortaliteye nedeni olurlar. Bu gözden geçirme yazısında çocuk ve ergenlerde yeme bozuklukları ve komorbiditenin gözden geçirilmesi amaçlanmıştır.
Eating Disorders and Comorbidity in Child and Adolescents
ABSTRACT
Eating disorders are usually chronic psychiatric disorders that eating behavior is severely impaired. These disorders frequently occur in children and adolescents. Eating disorders may lead to significant morbidity and mortality together with medical and psychiatric problems.This review aimed to discuss eating disorders and comorbidity in child and adolescents.
Çocuk ve Ergenlerde Yeme Bozuklukları ve Komorbidite
Yeme bozuklukları (YB) özellikle çocukluk ve ergenlik döneminde ortaya çıkan ve etiyolojisi kesin olarak belirlenememiş heterojen bir bozukluk grubudur. DSM-5’e (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders–5) göre YB’ları 8 alt gruba ayrılmıştır; Anoreksiya Nervosa (AN), Bulimia Nervosa (BN), Tıkınırcasına Yeme Bozukluğu (TYB), Pika sendromu, Ruminasyon Bozukluğu, Kaçıngan/Kısıtlayıcı Yiyecek Alımı Bozukluğu, Tanımlanmış diğer bir beslenme ve yeme bozukluğu ve Tanımlanmamış beslenme ve yeme bozukluğu. 1 Diğer ruhsal bozukluklar ile eş tanı sıklıkla görülmekle birlikte, YB diğer psikiyatrik bozukluklara göre daha yüksek oranda kronikleşme ve olumsuz sonuçlara yol açma eğilimindedir. 2,3
Yeme bozukluğu olan çocuk ve ergenlerde depresyon ve anksiyete bozuklukları gibi diğerpsikiyatrik hastalıklarla eştanı sıktır. 4 Dikkat eksikliği hiperaktivitebozukluğu (DEHB), duygudurum bozuklukları, anksiyete bozuklukları, davranımbozuklukları, madde kullanım bozuklukları gibi birçok psikiyatrik bozukluk yemebozuklukları ile birlikte görülmektedir. 5-8 Bu yazıda; güncel literatür verileri ve tedavi kılavuzları ışığında çocuk ve ergenlerde yeme bozuklukları ve komorbidite gözden geçirilmiştir.
Anoreksiya Nervosa
Anoreksiya nervosa (AN), zayıf bir bedene sahip olma arzusu, şişman olmaya karşı duyulan aşırı korku, kilo vermek amacıyla yapılan çeşitli özgün davranışlarla karakterize bir YB tablosudur. Başlıca özelliği, bireyin olağan sayılan en az vücut ağırlığına sahip olmayı reddetmesi, vücut biçimini ya da boyutunu algılamada belirgin bozukluk sergilemesidir.
AN’li çocuk ve ergenlerde klinik ve epidemiyolojik örneklemlerde yaşam boyunca DSM deskriptif tanılarından herhangi birinin komorbid gözlenme oranının % 55.2 olduğu görülmektedir. 9 AN’de yaşam boyu eş tanı sıklığı depresyon için %50-68 ve anksiyete bozuklukları için ise %30-65 aralığındadır. 10 Depresyon, anksiyete, obsesif kompulsif bozukluk, post travmatik stres bozukluğu, kişilik bozuklukları, madde kötüye kullanım bozukluğu ve kendine zarar verici davranışlar en sık rastalanılan komorbid tanılardır. AN’li yetişkinler arasında obsesif kompulsif ve pasif agresif kişilik bozukluklarının en sık komorbid kişilik bozuklukları olduğu bildirilmektedir. 11
Bulimiya nervosa
DSM-5’e göre BN’nin üç temel özelliği vardır: 1) Tekrarlayan tıkınıcasına yeme atakları, 2) Ağırlık artışını önlemek için tekrarlayan uygunsuz dengeleyici davranışlar, 3) Beden şekli ve ağırlığından etkilenen kendini değerlendirme. Tanıyı karşılayabilmek için, tıkınırcasına yeme ve uygunsuz dengeleyici davranışların, ortalamada, üç ay boyunca en az haftada bir kez olması gerekir. 1
Bulimiya nervosa (BN) tanısı olan olgular, birçok kişinin yiyebileceğinden daha fazla miktarda yiyeceği, belirli bir zaman diliminde (genelde 30-60 dakika içinde) yerler. Olgularda şişmanlama korkusu ve zayıflama çabası belirgindir. BN tanısı olan olguların beden ağırlığı normal ya da normalin üzerindedir. BN tanısı olan olgular engelleyemediği yeme nöbetlerinin ardından şişmanlama korkusu ve yediklerinin oluşturduğu suçluluk duygusuyla kendine zarar verici davranışlar geliştirir; uyararak ya da uyarmayarak kusarlar, laksatif-diüretik kullanırlar. BN’de, aşırı yeme atağından önce yemeklere karşı önüne geçilmez bir istek duyulur, atak sırasında yemeklerden alınan bir haz söz konusu değildir, atağı izleyen dakikalarda kısa süren bir rahatlama dönemi olur ancak bunu hemen yoğun bir pişmanlık izler. 12
Bulimiya nervosa görülme sıklığını araştıran çalışmalarda kız ergenlerde BN sıklığı %1-2 arasında, erkek ergenlerde %0.5 oranında bulunmuştur. 13, 14 Bulimiya nervosa tanısına depresif belirtiler, anksiyete, madde kötüye kullanımı eşlik edebilir. 15 Diğer yeme bozukluklarına göre kendine zarar verici davranışlarla BN arasında daha kuvvetli ilişki olduğu gösterilmiştir ve ergen BN tanılı olguların intihar düşüncesi (% 53), planları (% 26) ve girişimi (% 35) sıklıkla olabildiği gösterilmiştir. 16
Tıkınırcasına Yeme Bozukluğu
Tıkınırcasına yeme bozukluğu (TYB), tekrarlayan tıkınırcasına yeme atakları ile belirgin olan ancak BN’deki gibi çok miktarda alınan besinlerin kilo yapıcı etkisini gidermek için başvurulan düzenli uygunsuz dengeleyici davranışların olmadığı bir yeme bozukluğu tablosudur. Yeme kontrolünün kaybedilmesi ve aşırı miktarda besinin kısa sürede tüketilmesiyle karakterizedir. 17, 18 DSM-IV-TR’de BTA YB ve ekler bölümünde ileri araştırma gerektirenhastalıklardan biri olarak yer almıştır. DSM-5’te ana sınıflandırmaya dâhil edilmiştir. 1, 19
DSM-5’e göre TYB’nin ana özellikleri, 3 ay boyunca en az ortalama haftada 1 kez olması gereken tıkınırcasına yeme ataklarıdır (D ölçütü). Bir tıkınırcasına yeme atağı, belirli bir zaman diliminde, benzer koşullar altında, benzer zaman diliminde birçok insanın yiyeceğinden belirgin olarak daha büyük miktarda yeme olarak tanımlanmaktadır. 1
Çocukluk ve ergenlik döneminde başlayan TYB’de erişkinlik döneminde başlayan TYB’ye göre daha yüksek eştanı oranları saptanmıştır. 20 En sık birliktelik gösterdiği psikiyatrik bozukluklar depresyon ve anksiyete bozukluklarıdır. 21 Son zamanlarda yapılan kesitsel bir çalışmada depresyon şiddeti ile kilo ile ilgili aşırı endişeler arasında pozitif bağlantı saptanmıştır. 22 Diğer bir çalışmada çocukluk çağındaki depresyonun ergenlik öncesi dönemde yeme ile ilgili kontrolün kaybının yordayıcısı olduğu bildirilmiştir. 23 Benzer bulgular ergenler ve genç erişkinler için de rapor edilmiştir. 24, 25 Yapılan prospektif bir çalışmada depresyon ve tıkınırcasına yeme arasında çift yönlü ilişki olduğunu gösteren bulgular saptanmıştır. 26
TYB ile sık olarak eştanılı görülen diğer piskiyatrik hastalıklar bağımlılık bozuklukları ve bu bozuklukların subsendromal varyantlarıdır. Risk faktörleri ile ilgili kanıtlara dayanarak dürtü kontrol bozukluğunun TYB ve bağımlılık bozukluklarında görülen pimer faktör olduğu ileri sürülmüştür. 27 Çocuk ve ergenlerde beslenme ve yeme bozuklukları için ayırıcı tanı yaygın komorbid bozukluklar Tablo 1 de gösterilmiştir.
Duygudurum Bozuklukları, Anksiyete Bozuklukları, Madde Kullanım Bozukluğu
Kaçıngan/Kısıtlı Yiyecek Alımı Bozukluğu
Kaçıngan/kısıtlı yiyecek alımı bozukluğu (KKYAB), 2013 yılında yayınlanmış olan Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabında (DSM-5) Avoidant/Restricted Food Intake Disorder (ARFID) adıyla yeni bir tanı kategorisi olarak ortaya çıkmıştır. DSM-IV’te ki “Yeme bozuklukları” ve “Bebeklik ve erken çocukluk dönemi beslenme ve yeme bozuklukları” şeklinde yer alan iki bölümün DSM-5’de “Beslenme ve Yeme bozuklukları” şeklinde tek bir bölümde birleştirildiği görülmektedir. DSM-5’e göre KKYAB’nun ilk tanısal ölçütü; gıda ya da yemeye karşı ilgi kaybı, gıdanın kokusu, görünümü gibi duyulara hitap eden özelliklerine karşı kaçınganlık, yemenin tiksindirici sonuçlarından endişe gibi yeme ya da beslenme bozukluğudur. Bunun sonucunda aşağıdakilerden biri ya da daha fazlasının ortaya çıkması gerekir:
• Belirgin kilo kaybı (veya beklenen kilo kazanımının olmaması veya çocuklarda büyümede duraksama).
• Belirgin beslenme yetersizliği.
• Damar yolu ile beslenme ya da ağızdan beslenme desteklerine bağımlılık.
• Psikososyal işlevsellikte belirgin sorunlar.
Toplum temelli çalışmalardan İsveç’te okul çocukları arasında (8-13 yaş) yapılmış bir çalışmada yaygınlık oranı %3,2 olarak bildirilmiştir. Klinik örneklemlerde KKYAB yaygınlık oranı genel olarak daha sıktır. 28 KKYAB tanısına çocuk ve ergen yaş grubunda sıklıkla anksiyete bozuklukları, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, otizm spektrum bozukluğu ve mental retardasyon gibi psikiyatrik durumların eşlik ettiğinin bilinmesi tanı ve tedavi yaklaşımı açısından önemlidir.
Ruminasyon bozukluğu
Ruminasyon bozukluğu (Geri çıkarma bozukluğu) sıklıkla istem dışı veya alışkanlık olarak tanımlanan yineleyici tekrarlayan gıda regürjitasyonu ile karakterize bir yeme bozukluğudur. “Ruminasyon” kelimesi, “geviş getirmek” anlamına gelen Latince “ruminare” sözcüğünden türetilmiştir. Ruminasyon bozukluğu (Geri çıkarma bozukluğu) DSM IV’te Genellikle İlk kez Bebeklik, Çocukluk ya da Ergenlik Döneminde Tanısı konan bozukluklar kategorisinin altında yer almaktaydı. Ruminasyon bozukluğu (Geri çıkarma bozukluğu), DSM-5’te bu kategorinin kaldırılması sonrası beslenme ve yeme bozuklukları bölümünde yerini aldı. Kriterler daha açıklanır hale getirildi ve bu bozuklukların her yaş grubunda tanımlanabilmesine izin verildi. 1, 29
Ruminasyon nadiren görülmektedir. İnsidans ve prevalansa ilişkin epidemiyolojik veriler çok sınırlıdır. 30 Ruminasyon gelişim geriliği olanlarda herhangi bir yaşta görülebilirken gelişimi normal olan çocuklarda başlangıç zamanı 3-12 ay arasındadır. Erkeklerde daha sık olduğu bildirilmiştir. 31 Ruminasyon bozukluğu sadece Bebeklik veya Erken Çocukluk Dönemi Beslenme Bozukluğu değildir; yetişkinler de bu tanıyı DSM-5 altında alabilirler ve yetişkin vakaları literatürde bildirilmiştir. 32
Ruminasyon bozukluğu sıklıkla zekâ geriliği, yaygın anksiyete bozukluğu ve otizm spektrum bozukluğu ile beraber görülmektedir. Ruminasyonun bebeklerde ve gelişimsel geriliği olan bireylerde kendiliğinden yatıştırıcı bir davranış olarak işlev görebileceği düşünülmektedir. 33 Ruminasyonda medikal/fiziksel faktörlerin rolü henüz çok iyi bilinmemektedir. Gastroözefageal reflü hastalığı ile ruminasyonun başlangıcı arasında bir ilişki bulunmasına rağmen, mide bulantısı ve kusma gibi belirtilerin diğer bir çok mide rahatsızlıklarında ruminasyondan önce gelebileceği veya eşlik edebileceği düşünülmektedir. Özafegeal reflünün ruminasyon davranış için bir yatkınlık oluşturabileceği ancak psikososyal sorunların ve/veya edimsel koşullanmanın bozukluğun ortaya çıkmasına temel neden olduğu düşünülmektedir. 34
Pika
Pika besleyici değeri olmayan veya besin olmayan maddelerin düzenli ve aşırı miktarda yenmesi ile karakterize bir yeme bozukluğudur. Pika DSM IV’te Genellikle İlk kez Bebeklik, Çocukluk ya da Ergenlik Döneminde Tanısı konan bozukluklar kategorisinin altında yer almaktaydı. Fakat pika, DSM-V’te bu kategorinin kaldırılması sonrası beslenme ve yeme bozuklukları bölümünde yerini aldı ve kriterleri daha açıklanır hale getirildi. Bununla birlikte bozukluğun her yaş grubunda kişilerde tanımlanabilmesine izin verildi. 1
Pika çocukluk yaş grubunda daha fazla olmak üzere tüm toplumlarda ve yaş gruplarında görülebilir. Tipik olarak, küçük çocuklar boya, sıva, iplik, saç ve kumaş parçaları yiyebilir, büyük çocuklar toprak, hayvan dışkısı, taş, silgi ve kâğıt yiyebilirler. 35 Pikanın potansiyel olarak ciddi tıbbi sonuçlarına rağmen, çocukluktaki prevalansı ve diğer psikopatolojilerle ilişkisi hakkında çok az şey bilinmektedir. DSM-5 kriterlerini kullanan epidemiyolojik çalışmalar yetersizdir. İsviçre’de 7-13 yaş arası 1430 çocukla yapılan çalışmada, klinik olarak anlamlı pika davranışı % 3,8 oranında bulunmuştur. Almanya’da 7-14 yaş arası 804 çocukla yapılan toplum temelli bir çalışmada pika sıklığı % 4,98 olarak bulunmuştur. Aynı çalışmada erkeklerde sıklık anlamlı olarak kızlardan daha fazla bulunmuştur. 36, 37 Mental retardasyonlu bireylerde pika prevalansı %5,7 ila %25,8 arasında değişmektedir. Pika, gelişimsel engelli çocuk ergenlerde en sık gözlenen yeme bozukluklarından biri olmasına rağmen, kliniğe başvuru sık olmamaktadır. 38, 39 Pika sıklıkla mental retardasyon ve gelişimsel sorunlarla ilişkilidir. Genel popülasyona nispeten zeka geriliği olan çocuklarda daha sık görülmekte olup zeka düzeyi düştükçe pikanın sıklığı da artmaktadır. 40 Pika çocuk ergenlerde sıklıkla otizm spektrum bozukluğu, obsesif kompulsif bozukluk ve mental retardasyonla komorbidite göstermektedir. Kapsamlı gelişim öyküsü, yaşam çevresi, mevcut tıbbi durum, yenilen maddeler sorgulanmalıdır. Tam kan sayımı, demir düzeyi incelenmelidir. Pikası olan olgular değerlendirilirken çocuğun fiziksel ve zihinsel durumuyla birlikte aile işlevselliği de değerlendirilmelidir.
Sonuç Yeme bozuklukları tedaviye direnç, yüksek mortalite, komorbidite ve yaşam kalitesinin azalması ile karakterize, çocuk ve ergenlikte sık görülen ciddi bozukluklardır. Yetişkinlere göre, çocuk ve ergenlerde beslenme ve yeme bozukluklarının komorbiditesi, önlenmesi ve tedavisini inceleyen araştırmalar sınırlıdır. Son yıllarda YB’ye artmış ilgi olmasına rağmen halen bu alanda çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Özellikle etiyoloji, bozuklukların seyri, risk faktörleri, komorbidite ve kanıta dayalı tedavi yaklaşımları ile ilgili bilgilerimizi arttırmamız gerekmektedir.
Kaynaklar
American Psychiatric Association (2013) Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders: DSM-V, 5th edn. American PsychiatricAssociation,Washington, DC.
Field AE, Sonneville KR, Micali N, Crosby RD, Swanson SA, Laird NM et al. (2012) Prospective association of common eating disorders and adverse outcomes. Pediatrics, 130(2):e289-295.
Berkman ND, Lohr KN, Bulik CM (2007) Outcomes of eating disorders: a systematic review of the literature. Int J Eat Disord, 40:293-309.
Rosen DS (2010) Identification and management of eating disorders in children and adolescents. Pediatrics, 126:1240-1253.
Hilbert, A., Pike, K. M., Goldschmidt, A. B., Wilfley, D. E., Fairburn, C. G., Dohm, F.A., ... & Weissman, R. S. (2014). Risk factors across the eating disorders. Psychiatry research, 220(1), 500-506
Mitchell, K. S., Mazzeo, S. E., Schlesinger, M. R., Brewerton, T. D., & Smith, B. N. (2012). Comorbidity of partial and subthreshold ptsd among men and women with eating disorders in the national comorbidity survey-‐replication study. International Journal of Eating Disorders, 45(3), 307-315.
Steinhausen, H. C., Jakobsen, H., Helenius, D., Munk-‐Jørgensen, P., & Strober, M. (2015). A nationwide study of the family aggregation and risk factors in anorexia nervosa over three generations. International Journal of Eating Disorders, 48(1), 1- 8.International Journal of Eating Disorders, 40(3), 195-203.
Seitz, J., Kahraman-Lanzerath, B., Legenbauer, T., Sarrar, L., Herpertz, S., Salbach-Andrae, H., ... & Herpertz-Dahlmann, B. (2013). The role of impulsivity, inattention and comorbid ADHD in patients with bulimia nervosa. PLoS One, 8(5), e63891.
Swanson, S. A., Crow, S. J., Le Grange, D., Swendsen, J., & Merikangas, K. R. (2011). Prevalence and correlates of eating disorders in adolescents: Results from the national comorbidity survey replication adolescent supplement. Archives of general psychiatry, 68(7), 714-723.
Golden, N. H., & Attia, E. (2011). Psychopharmacology of eating disorders in children and adolescents. Pediatric Clinics, 58(1), 121-138.
Strober, M., Freeman, R., Lampert, C., & Diamond, J. (2007). The association of anxiety disorders and obsessive compulsive personality disorder with anorexia nervosa: evidence from a family study with discussion of nosological and neurodevelopmental implications. International Journal of Eating Disorders, 40(S3), S46-S51.
Campbell, K., & Peebles, R. (2014). Eating disorders in children and adolescents: state of the art review. Pediatrics, 134(3), 582-592.
Fairburn, C. G., & Beglin, S. J. (1990). Studies of the epidemiology of bulimia nervosa. The American Journal of Psychiatry.
Flament, M., Ledoux, S., Jeammet, P., Choquet, M., & Simon, Y. (1995). A population study of bulimia nervosa and subclinical eating disorders in adolescence. In Eating disorders in adolescence: Anorexia and bulimia nervosa (pp. 21-36). Brunner/Mazel, New York.
Kelly, N. R., Shank, L. M., Bakalar, J. L., & Tanofsky-Kraff, M. (2014). Pediatric feeding and eating disorders: current state of diagnosis and treatment. Current psychiatry reports, 16(5), 446.
Swanson, S. A., Crow, S. J., Le Grange, D., Swendsen, J., & Merikangas, K. R. (2011). Prevalence and correlates of eating disorders in adolescents: Results from the national comorbidity survey replication adolescent supplement. Archives of general psychiatry, 68(7), 714-723.
Fairburn, C. G., & Walsh, B. T. (2002). Atypical eating disorders (eating disorder not otherwise specified). Eating disorders and obesity: A comprehensive handbook, 2, 171-177.
Grucza, R. A., Przybeck, T. R., & Cloninger, C. R. (2007). Prevalence and correlates of binge eating disorder in a community sample. Comprehensive psychiatry, 48(2), 124-131.
American Psychiatric Association. (2000). Dsm IV-TR. American Psychiatric Association.
Brewerton, T. D., Rance, S. J., Dansky, B. S., O'Neil, P. M., & Kilpatrick, D. G. (2014). A comparison of women with child‐adolescent versus adult onset binge eating: Results from the National Women's Study. International Journal of Eating Disorders, 47(7), 836-843.
Davis, C. (2015). The epidemiology and genetics of binge eating disorder (BED). CNS spectrums, 20(6), 522-529.
Sonneville, K. R., Grilo, C. M., Richmond, T. K., Thurston, I. B., Jernigan, M., Gianini, L., & Field, A. E. (2015). Prospective association between overvaluation of weight and binge eating among overweight adolescent girls. Journal of Adolescent Health, 56(1), 25-29.
Hilbert, A., Hartmann, A. S., Czaja, J., & Schoebi, D. (2013). Natural course of preadolescent loss of control eating. Journal of abnormal psychology, 122(3), 684.
Jacobi, C., Fittig, E., Bryson, S. W., Wilfley, D., Kraemer, H. C., & Taylor, C. B. (2011). Who is really at risk? Identifying risk factors for subthreshold and full syndrome eating disorders in a high-risk sample. Psychological medicine, 41(9), 1939-1949.
Liechty, J. M., & Lee, M. J. (2013). Longitudinal predictors of dieting and disordered eating among young adults in the US. International Journal of Eating Disorders, 46(8), 790-800.
Skinner, H. H., Haines, J., Austin, S. B., & Field, A. E. (2012). A prospective study of overeating, binge eating, and depressive symptoms among adolescent and young adult women. Journal of Adolescent Health, 50(5), 478-483.
Davis, C. (2015). The epidemiology and genetics of binge eating disorder (BED). CNS spectrums, 20(6), 522-529.
Kurz, S., Van Dyck, Z., Dremmel, D., Munsch, S., & Hilbert, A. (2015). Early-onset restrictive eating disturbances in primary school boys and girls. European child & adolescent psychiatry, 24(7), 779-785.
Kaçar, M., & Hocaoğlu, Ç. (2019). Pika, geri çıkarma bozukluğu nedir? Tanı ve tedavi yaklaşımları. Klinik Psikiyatri Dergisi, 22(3).
Halland, M., Pandolfino, J., & Barba, E. (2018). Diagnosis and treatment of rumination syndrome. Clinical Gastroenterology and Hepatology, 16(10), 1549-1555.
Tack, J., Blondeau, K., Boecxstaens, V., & Rommel, N. (2011). the pathophysiology, differential diagnosis and management of rumination syndrome. Alimentary pharmacology & therapeutics, 33(7), 782-788.
Thomas, J. J., & Murray, H. B. (2016). Cognitive‐behavioral treatment of adult rumination behavior in the setting of disordered eating: A single case experimental design. International Journal of Eating Disorders, 49(10), 967-972.
Hartmann, A. S., Becker, A. E., Hampton, C., & Bryant-Waugh, R. (2012). Pica and rumination disorder in DSM-5. Psychiatric Annals, 42(11), 426-430.
Thapar, A., Pine, D. S., Scott, S., Snowling, M. J., & Taylor, E. A. (Eds.). (2017). Rutter's child and adolescent psychiatry. John Wiley & Sons.
Stiegler, L. N. (2005). Understanding pica behavior: A review for clinical and education professionals. Focus on Autism and Other Developmental Disabilities, 20(1), 27-38.
Murray, H. B., Thomas, J. J., Hinz, A., Munsch, S., & Hilbert, A. (2018). Prevalence in primary school youth of pica and rumination behavior: The understudied feeding disorders. International Journal of Eating Disorders, 51(8), 994-998.
Hartmann, A. S., Poulain, T., Vogel, M., Hiemisch, A., Kiess, W., & Hilbert, A. (2018). Prevalence of pica and rumination behaviors in German children aged 7–14 and their associations with feeding, eating, and general psychopathology: A population-based study. European child & adolescent psychiatry, 27(11), 1499-1508.
Ashworth, M., Hirdes, J. P., & Martin, L. (2009). The social and recreational characteristics of adults with intellectual disability and pica living in institutions. Research in developmental disabilities, 30(3), 512-520.
Ali, Z. (2001). Pica in people with intellectual disability: A literature review of aetiology, epidemiology and complications. Journal of Intellectual and Developmental Disability, 26(3), 205-215.
Stiegler, L. N. (2005). Understanding pica behavior: A review for clinical and education professionals. Focus on Autism and Other Developmental Disabilities, 20(1), 27-38.
Ergenlik dönemi; latince büyümek, kıllanmak (adolescere) anlamına gelen biyolojik, psikolojik ve sosyal değişimin hızlandığı ve birbirleri ile yoğun etkileşim içine girdiği bir yaşam evresini tanımlamaktadır. Bu dönemde, genç hem sosyal dünyada kendine yer edinmeye çalışmakta hem de kendisiyle ilgili kişisel plan ve hedeflerini oluşturmaya ve gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Çocukluğa kıyasla uyum sağlanması gereken değişim alanları ve değişim hızı artmaktadır ve bu konuda zorluk çeken ergenlerde ruh sağlığı sorunları görülebilmektedir. Günümüzde geçmişe göre daha fazla ergenin ruh sağlığı sorunu yaşadığı bildirilmektedir; hem ergenlikte çocukluk dönemine göre prevalans artmakta, hem de günümüzde geçmişe göre ergenlik döneminde bildirilen ruh sağlığı sorunları artmaktadır.
Ergenlik çağının en önemli özelliği hızlı bir değişim yaşanmasıdır. Bu dönemin sonunda ergenlerden ebeveynleri ile erişkin tipi ilişki kurabilen, sağlıklı ve uzun süreli arkadaşlık ilişkileri olan, bağımsızlığını kazanmış, bireysel değerler sistemini oluşturmuş, mesleki hedeflerini belirlemiş, cinsel kimlik gelişimini tamamlamış, olumlu baş etme ve sorun çözme becerilerini kazanmış ve yaşadığı toplum içinde sosyal sorumluluklarını yerine getirebilen üretken bir erişkin olmaları beklenmektedir.
Ergenlik dönemi, çocukluk dönemi ile kıyaslandığında bu dönemde ergenin başetmek zorunda kaldığı biyopsikososyal değişimler artmaktadır. Biyolojik olarak ergen, vücudunda meydana gelen değişikliklere uyum sağlamak ve bunlara bağlı ortaya çıkan cinsel dürtülerle baş etmek konumundadır. Dönemsel olgunlaşmaya paralel olarak ortaya çıkan bilişsel yetiler ergeni hem kendiyle hem de çevresiyle ilgili yeni değerlendirmeler ve soyutlamalara iter. Ergenlik döneminde kimlik gelişimi önem kazanır ve bu dönemin gelişimsel ödevidir. Ergen “Ben kimim?” sorusuna yanıt bulmaya çabalar. Bu çabalama bazen bocalamalarla sonlanabilir. Sosyal olarak ergenden beklentiler artmakta ve bu beklentiler doğrultusunda sorumluluklar üstlenmesi gerekmektedir. Bütün bu değişiklikler birey olarak ergeni hem kendi hem de çevresiyle ilgili yeni bilişsel bütünlükler kurmaya zorlar. Bunda bazı ergenler diğerleri kadar başarılı olamayabilir ve bir takım ruh sağlığı sorunları ortaya çıkabilir.
Sporun ve fiziksel aktivitenin beden sağlığı üzerindeki olumlu etkilerinin yanı sıra ruh sağlığı açısından yararları da bilinmektedir. Kaynaklar gözden geçirildiğinde, bu alanda yapılan çalışmaların daha çok erişkinlik dönemine ait olduğu göze çarpmaktadır.
Ergenin yer aldığı aktiviteler, ergenin ortamını oluşturmada önemli birer faktördürler. Araştırmalar; yapılandırılmış ortam ve programlar doğrultusunda, belli bir amaca yönelik aktivitelere katılmanın ergenin benliğinin ve kimliğinin oluşmasında olumlu etkilerinin olduğunu göstermektedir.
Ergen ve çocuklar, ruh sağlığı sorunlarının göreli olarak az incelendiği ve bu tür sorunların ele alınabileceği hizmet sunumunun hem nicelik hem de nitelik bakımından yeterli olmadığı bir nüfus kesimini oluşturmaktadır. Ergenlerde görülen ruhsal sorunların yaygınlığının ve ilişkili olduğu etmenlerin incelenerek ortaya konması sözü edilen gruba verilebilecek ruh sağlığı hizmetlerinin hem planlaması hem de sunulması için önemlidir.
SPOR
Spor kelimesinin köken olarak Lâtince disportare ve desport “dağıtmak, birbirinden ayırmak, eğlence, neşe” anlamına gelen sözcüklerden 17.yüzyıldan sonra günümüze gelinceye kadar ilk hecesi aşınarak “Spor” biçimine dönüştüğü araştırmacılar tarafından öne sürülmektedir.
Spor; bireysel ya da takım olarak, belirlenmiş kural, yer, zaman ve alanda; değişiklikleri gözlenebilen, seriler halinde gerçekleştirilen ve bir amaç doğrultusunda yapılan organize insan davranışlarıdır.
Spor Dalları
Spor dalları, özelliklerine göre çeşitli biçimlerde sınıflandırılabilir. Bu sınıflandırmalarda farklı çıkış noktaları temel alınmaktadır. Spor dalının özelliklerine ve ruhsal–bedensel yönlerine göre yapılan bir sınıflandırma aşağıda verilmiştir.
El–göz eşgüdümünü gerektiren spor dalları
Eller ve gözler basta olmak üzere, farklı organların uyumlu olarak birlikte çalışmasını gerektiren, algılama ve dikkat gibi süreçlerin önemli olduğu atıcılık, okçuluk gibi spor dallarıdır. Bu spor dallarını yapan sporcular dış uyaranlara karşı duyarlıdır, ruhsal gerginlik yarışma sonuna doğru artar.
Bedenin bütün olarak katıldığı ve genel eşgüdüm gerektiren spor dalları
Bu spor dallarında amaç, estetik yetkinliğe ulaşmaktır. Bedenin tümünün uyum içinde harekete katılması gerekir. Bu grupta jimnastik, artistik patinaj, kule atlama gibi spor dalları sayılabilir.
Bedenin tüm enerjisinin kullanılmasını gerektiren spor dalları
Bu grupta kondisyonun bazı özelliklerinin daha önemli olduğu spor dalları yer alır. Örneğin, atletizmde kısa mesafe koşuları kuvvete dayanırken, uzun mesafe koşuları dayanıklılığa, yüzme ve kürek sporu ise hem kuvvete hem de dayanıklılığa dayanır. Bu spor dallarının etkinlikleri yapıldığında ruhsal gerginliği azaltır ya da giderir.
Yaralanma ve ölüm tehlikesinin bulunduğu spor dalları
Bu gruptaki spor dallarında hızlı ve doğru karar verme süreci önem kazanır. Bu gruptaki spor dalları ile uğrasan kişilerin en önemli özellikleri yoğun bir macera ve heyecan arama özelliklerinin olmasıdır. Bu grupta otomobil yarısı, paraşütçülük, sürat kayağı, dağcılık gibi spor dalları yer alır.
Bireysel mücadele gerektiren spor dalları
Bu gruptaki spor dallarında sporcular doğrudan rakipleriyle mücadele etmek zorunda olduklarından, kondisyon önem kazanmaktadır. Güreş, judo, boks gibi spor dalları bu grupta yer alır.
Takım sporları
Birden çok oyuncunun birlikte mücadele ettiği spor dallarını kapsar. Bu spor dallarında teknik ve taktik özelliklerle bunlara uyum önemlidir. Başarı ya da başarısızlık takımdaki sporcuların tümüne aittir, bu nedenle sporcuların sorumlulukları ve zorlanma düzeyleri bireysel spor yapanlarınkine göre daha azdır. Başarı için takım arkadaşlarının özelliklerini iyi tanıma, yardımlaşma, dayanışma, grup dinamiği, sağlıklı iletişim gereklidir.
Sporun Olumlu Etkileri
Spora katılım yaşamın her döneminde önemlidir, özellikle çocuk, ergen, genç erişkinler için sağlığın pekiştirilmesi, hastalıklardan korunma ve psikososyal iyilik hali için daha kritik bir öneme sahiptir. Bu durum sedanter yaşam tarzı, obezite ve benzeri problemlerin gençlerde sıkça görüldüğü günümüzde özellikle önemlidir. Spor, ayrıca sporcuya kendini deneme, kendini akranlarla mukayese etme ve sağlıklı koşullarda yarışma ortamı sunar ki bunlar olumlu benlik saygısı, kendilik algısı ve mental dayanaklılığın gelişmesini kolaylaştırmaktadır.
Ülkemizde yapılan bir çalışmada spor etkinliklerinin çocuk ve ergenlerde davranış ve sosyal gelişim üzerine etkileri araştırılmış; araştırmaya 6–15 yas aralığında 26 kız ve 25 erkek katılmıştır. Çalışmaya katılan çocuk ve ergenlere 2 ay aralıkla sosyal gelişim envanteri uygulanmış ve spor etkinliklerine katılımın sosyal gelişimleri üzerine belirgin derecede olumlu katkıda bulunduğu saptanmıştır. Sivas’ta 697 üniversite öğrencisinin aktif sosyal etkinliklere katılma oranları ve benlik saygısı düzeylerini belirledikleri araştırmalarında, spor yapan öğrencilerde beden imgesi değerlendirmesinin spor yapmayanlara göre daha olumlu olduğu sonucuna varmışlardır. 6–14 yas arasında dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tanısı olan 65 çocuk ergen ile benzer yaşta öğrenme bozukluğu olan 32 çocuk ergenin spora katılım ile anksiyete ilişkisi açısından karşılaştırıldığı bir çalışmada, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan grupta spora katılımın depresyon ve anksiyete düzeylerini spora katılmayan gruba göre belirgin derecede azalttığı saptanmıştır.
Spora katılım kırılgan benlik algısı olan, duygusal zorlukları olan çocuklarda tedavi edici etkiye sahip olabilir. Akranlar, ebeveyn, öğretmen ve toplumdan olumlu geri bildirim almak kendine olan güvenin oluşumunu kolaylaştırır. Spora teşvik etmek diğer etkilerinin yanında gençlerin yeteneklerini en iyi şekilde kullanmalarına yardımcı olabilir.
Ülkemizde spor faaliyetlerinin anksiyete açısından uzun dönemli etkisini araştırmak amacıyla 14–16 yas grubundaki toplam 60 öğrencinin spor yapanlar ve yapmayanlar seklinde ayrılarak dahil edildikleri bir çalışmada; spor yapanlarda hem genel semptom, hem de anksiyete indeksinin anlamlı biçimde düşük olduğu saptanmıştır.
Tayland’ da yapılan fiziksel egzersizin depresif semptomlar ve nöroendokrin stres hormonları üzerindeki etkisinin araştırıldığı bir çalışmada; orta-ağır derecede depresif semptomu olan 18–20 yas aralığındaki 49 bayan 8 haftalık düzenli egzersiz programına alınmış, programın başlangıcındaki ve sonundaki depresyon skorları karşılaştırıldığında depresyon skorlarında başlangıç seviyesine göre anlamlı düşüş saptanmış ve 24 saatlik idrarda kortizol ve epinefrin düzeylerinde egzersiz programı öncesine göre azalma görülmüştür.
Herhangi bir sosyal aktivitede yer almamanın veya katılınan sosyal aktivitenin belli bir program, denetim ve amaç çerçevesinde olmamasının akademik başarısızlık, antisosyal tavırlar, intihar ve yasa dışı madde kötüye kullanımı ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Almanya’da spor yapan ve yapmayan 14–18 yaş aralığındaki 1000 lise öğrencisinin katılımıyla gerçekleştirilen bir çalışmada; spor yapanların yapmayanlara göre daha olumlu kendilik imajına sahip oldukları, spor yapanların daha az oranda alkol ve madde kullandıkları, spor yapanların daha düşük depresyon ve anksiyete skorlarına sahip oldukları saptanmıştır.
Yapılan kesitsel bir çalışmada 15–20 yas aralığında bulunan, herhangi bir spor klübünde haftanın her günü veya haftada 2–3 kez spor yapan bir grup ergen ile haftada 1 spor yapan ya da hiç spor yapmayan ergenler intihar teşebbüsü açısından karşılaştırılmış, intihar teşebbüsünün haftanın her günü veya haftada 2–3 kez spor yapan grubta, az spor yapan ya da hiç yapmayanlara göre daha nadir görüldüğü saptanmıştır.
Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan fiziksel aktivite, spora katılım ve intihar davranışı ilişkisinin araştırıldığı bir çalışmaya 16–20 yas aralığındaki 4728 öğrenci dahil edilmiştir. Araştırmanın sonuçlarına göre; spora katılım gösterenler katılmayanlara göre daha düşük oranda suisidal davranış göstermişler ve düşük fiziksel aktivite düzeyi olanlar daha fazla suisidal davranış bildirmişlerdir bu sonuçlarla fiziksel egzersiz ve spora katılımın suisidal davranış için protektif olduğu saptaması yapılmıştır.
Ülkemizde yetiştirme yurtlarında kalan 13–16 yaş grubu 166 kişi ile ergenlerin fiziksel aktivite düzeyi, ruhsal belirtiler ve yaşam kalitesi düzeyleri arasındaki ilişkileri değerlendirmek amaçlı yaptığı bir çalışmada; sporla uğraşanların sigara, alkol, madde ve ilaç kullanım sıklıkları daha düşük, yaşam kalitesi puanları daha yüksek, genel ruhsal belirti ve depresyon puanları daha düşük, birine zarar verme ve bir şeyleri kırıp/dökme istekleri daha az, ders çalışma ve kitap/gazete okuma sıklıkları daha yüksek bulunmuştur. Ergenlerin spora ayırdıkları süre arttıkça ruhsal belirtilerinin şiddetinin azalmakta olduğu, yaşam kalitesi puanlarının ve arkadaşları ile geçirdikleri sürenin artmakta olduğu ve kendilerini arkadaşları arasında daha başarılı hissettikleri saptanmıştır.
SONUÇ
Türkiye’de sporla ilgili araştırmalar, spor bilimciler tarafından çok sayıda yapılmış ve yapılmaya devam etmektedir. Buna rağmen, sporda psiko–sosyal alanlarla ilgili araştırmaların sayısı, yabancı ülkelerle karşılaştırıldığında, ülkemizde çok düşük sayıda kalmaktadır. Spor ve fiziksel etkinliklerle stres, kaygı ve depresyon düzeyi arasında ters orantılı; benlik saygısı ve kendilik algısı ile doğru orantılı bir ilişki olduğu bir çok çalışmada saptanmıştır. Ayrıca düzenli egzersiz yapan ergenlerin anne-babalarıyla daha az çatışma yaşadığı, daha az depresif belirti ve madde kullanımı tanımladığı, akademik başarılarının ortalamanın üstünde olduğu bildirilmektedir. Sporun bilinen bu olumlu etkileri kimi zaman ruhsal hastalıkların tedavisinin bir parçası durumuna gelmesini sağlamıştır. Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları alanında da fiziksel etkinlikler ve sporla ilgili daha kapsamlı çalışmalar yapılmalı ve sporun ruh sağlığını hangi yollarla etkilediğinin üzerinde durulmalıdır.
KAYNAKLAR
Çuhadaroğlu F, Sonuvar B. Adolesanlarda depresyon. Nöropsikiyatri Arşivi 1992; 29:145–50.
Eskin M. Suicidal Behavior as related to social support and assertiveness among Swedish and Turkish high school students: A crosscultural investigation. J Clin Psychol 1995; 51: 158–72.
Keten M. Türkiye’de Spor. Ankara: Polat Ofset; 1993. 12.
Mathey E. This Thing Colled Sport, Y. Health Physical 2. Rec, Vol. 40, England: 1969. 38.
Doğan O. Spor Psikolojisi. İstanbul: Nobel Kitapevi; 2005. 77–81.
Er G, Çamlıyer H, Çobanoğlu G, Er N. Spor etkinliklerinin çocuk ve ergenlerde davranış ve sosyal gelişim üzerine etkileri. BESBD 1999; 3: 29–38.
Dogan O, Dogan S, Çorapçıoglu A ve Çelik G. Aktif ve Sosyal Etkinliklere Katılmanın Benden imgesi ve Benlik Saygısına Etkisi. Psikiyatri Psikoloji Psikofarmakoloji (3P) Dergisi, 1994; 2:33–8.
Çekin M, Tatar Y, Torun K. 14–16 Yas Grubunda Spor–anksiyete ilişkisinin SCL–90 ile araştırılması. Yeni Symposium Dergisi 1996; 34:43–5.Karadağ Ö. Ankara’da Bulunan Yetiştirme Yurtlarında Yaşayan Adolesanlarda Sosyodemografik Özelliklerin Ve Fiziksel Aktivite Düzeyinin Ruhsal Belirtiler Ve Yaşam Kalitesi Açısından Değerlendirilmesi (Yüksek Lisans Tezi). Ankara: Hacettepe Üniversitesi; 2008.
Ergenlik Dönemi; Gençlik, çocukluk ve erişkinlik arasında yer alan, gelişme, ruhsal olgunlaşma ve yaşama hazırlık dönemidir. Ergenlik her bireyde farklılık gösterse de genellikle; Kızlarda 10-14, erkeklerde 11-15 şaşları arasında başlar.
Ergenlik Döneminde Görülen Değişiklikler
Fiziksel gelişmeler
Duygusal gelişmeler
Zihinsel gelişmeler
Sosyal gelişmeler
Erkeklerde Görülen Fiziksel Değişiklikler
Bedenin İrileşmesi
Boy uzaması
Kıllanmalar
Sesin Kalınlaşması
Saçlı Bölge Ve Deride Yağlanma
Cinsel organların Büyümesi
Omuzlar ve göğüs genişlemesi
Kızlarda Görülen Fiziksel Değişiklikler
Bedenin İrileşmesi – Boy Uzaması
Meme Gelişimi
Vücutta Kıllanmalar
Saçlı Bölge Ve Deride Yağlanma
Terleme
Adet Kanaması
Kalçalarda genişleme
Ergenlik Döneminde Duygusal Gelişme
Zıt Duygular Yaşar
Bir Yandan Yetişkin Olup Sorumluluk Almak,
Diğer Taraftan Çocuk Kalıp Çocukluğun Güvenli Ortamı İçinde Olmak İster.
Bağımsız Yaşamak İster
Karşı Cinse İlgi Duyar, Yoğun Duygular Yaşar.
Erişkinlerin Kendini Dinlemediğini Düşünür Ve Öfkelenir.
Yaşanan bu çelişkiler bağımsız kişilik geliştirilmesine yardımcı olan, normal gelişmelerdir.
Ergenlik Döneminde Zihinsel Gelişme
Zihinsel Yeteneklerde Hızlı Gelişmeler Olur.
Soyut Düşünme Yeteneği Kazanılır.
Değer Yargıları Ve Toplumsal Olaylar Tartışılmaya Başlanır.
Toplumsal Değerler, İnançlar Tartışılır.
Daha önce oyuna dayalı olan arkadaş ilişkileri yerini, ortak sorunların ve diğer konuların tartışıldığı sohbet şeklini alır.
Ergenlik Döneminde Sosyal Gelişme
Ailelere olan bağımlılık azalır,
Hiçbir şeyi beğenmezler,
Sürekli şikâyet ederler,
Eve istediği zaman girip çıkmak isterler.
En ufak eleştiriye büyük tepkiler verirler,
Yöneltilen eleştirileri kabul etmezler, Sürekli eleştirmeyi severler.
Boş vermişlik içindedirler,
Fikir bazında çatışma yaşarlar,
Anne-babasının beğenileriyle alay ederler,
Anne-babasının düşüncelerini eskimiş bulurlar, Erişkinlerden öğrenecek bir şey kalmamıştır,
İsyankâr tutum ön plandadır.
Ergen için, arkadaşlar çok önemlidir.
Aralarında arkadaş grupları oluştururlar,
Grupların kendi aralarında yazısız kuralları vardır.
Kurallarına uyan kişileri gruplarına alırlar.
Her ergen bir arkadaş grubunda olmak ister.
Arkadaşlarının kendisi için ne düşündüğü çok önemlidir.
Anne ve Babalar bu yaşlardaki çocuklarının hangi davranışlarından yakınıyorlar
Hırçınlaştı, ders çalışmıyor.
Sorumluluk duygusu yok. Canım sıkılıyor diyor.
En küçük isteklerini sert bir dille ifade ediyor
Kardeşlerini kızdırmaktan zevk alıyor.
Okuduğunu anlamıyor gibi, durgunlaştı, dalgınlaştı.
Çabuk karamsarlığa kapılıyor. Ara sıra hiç yoktan huzursuzlaşıyor, sert karşılık veriyor.
İleri derecede alıngan.
Derslerinde yine başarılı ama oyuna, eğlenceye daha da düştü.
Olur, olmaz şeye ağlıyor.
Evde huysuz, dışarıda ise çok sıkılgan.
Her istediğini yaptırmak istiyor.
Aşırı süsleniyor. “Siz bana karışamazsınız.” diyor.
Derslerinde başarılı hiç sorun çıkarmayan bir çocuktu iki kez okula gitmemiş, arkadaşları ile gezmiş.
Sorunca yalan söyledi. Bu davranışı bizi çok şaşırttı.
Çok harçlık istiyor, çok geziyor; eve girmek istemiyor.
Spora çok düştü. Dersleri ile ilgilenmiyor. Banyoya sokamıyoruz, ellerini bile yıkatamıyoruz.
Saçını kestiremiyoruz.
Son derece asi ve hırçın olmaya başladı. Başına buyruk olmak istiyor. Dayak, kötü söz, tatlı söz hiçbiri sonuç vermiyor.
Bir ruh hekimine götüreyim mi?… gibi yakınmalar sürüp gidiyor.
Aslında ergen ne düşünüp ne hissediyor
Güzel ya da yakışıklı olamadığını düşünmek
Kendini aşağı görme, kendisine güveni olmamak, kendisini yetersiz görmek, sık sık öfkeye kapılmak, küçük şeylere üzülmek, olayları çok ciddiye almak….
Yeni tanıştığı insanlarla nasıl konuşacağını bilememe, yeterince arkadaş edinememek….
Ölüm korkusu, din konusunda daha fazla bilgi istemek, neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilememek
Hangi mesleği seçeceğini bilememek, yeteneklerinin ilgilerinin ne olduğunu bilememek, ailesinin meslek seçimine karışması
Ergenlik döneminin genel özellikleri
Büyüme ve değişim evresidir.
Yeni arayışlar içinde olduğu bir çağdır.
Kendini aramaktadır. Kendi kişiliğine çeki düzen vermeye çalışır.
Zor beğenen ve çabuk tepki gösteren bir genç olur. Duyguları hızlı bir iniş çıkış gösterir.
Çabuk sevinir çabuk üzülür,
Çabuk sinirlenir,
Olur, olmaz şeyleri sorun yapar.
Tepkileri önceden kestirilemez olur.
Günlük tutmaya başlar.
Şiir ve öykü yazmaya özenir.
Kendinden habersiz yazdıklarının okunmasına büyük tepkiler gösterir.
Toplumsal olaylara ve politikaya ilgi artar.
Kulaktan dolma ya da ödünç alınmış düşünceler savunulur.
Büyüklerle tartışmaya girişir.
Özet düşüncelere sahip olurlar.
Derslere ilgisi azalmış, çalışma düzeni bozulmuştur.
İstekleri artmıştır.
Kendisine tanınan hakları yetersiz bulur.
Ana babanın uyarılarına birden tepki gösterir, ters yanıtlar verir.
Bağımsızlık çağıdır
Evde pek durmak istemez
Dönüş saatine aldırmaz
Yemeğe geç kalır
Gece dışarı çıkmak ister
Evde oturmak ona işkence gibi gelir
Ana-babasını eleştirir
Öğütlerle davranışlar arasındaki tutarsızlığı yüze vurur.
Ana-babasının hoşuna gitmeyecek davranışlarda bulunur.
Ana- babasına karşı çıkmış olmak için karşı çıkar.
Saçmada olsa bazı fikirleri savunmaktan zevk alır Dağınık ve savruk olur.
Sık sık bir şeyler devirip kırar, sakarlardır.
Oburlaşır, durmadan bir şeyler atıştırırlar.
Kendisini arkadaşlarıyla karşılaştırır, gruplaşmalar olur.
Ana, babasından değişik olma çabası onu boşluğa itmiştir. Bu boşluğu arkadaşlarıyla doldurmak ister.
Argo konuşur, kendine dert ortağı ve sırdaş seçer.
Grup dışına itilmemek için kendisine aykırı davranışlarda bulunur.
Hayranlık ve tutkuların bol olduğu dönemdir
İlgileri artmış gelgeç hevesleri çoğalmıştır.
İdealler geliştirir, kendilerine bir rol-model seçerler- öğretmen, sporcu, bir şarkıcı gibi.
Kahramanlarına ya da idollerine benzemek isterler, odasına, eşyalarına resimlerini, posterlerini asar.
Ergenlik döneminde ruhsal sorunlar
Kaygılar
Depresyon
İntihar davranışı-teşebbüsü
Aşırı kilo kaybı,
Aşırı yeme ve kusma,
Vücut ağırlığı ile ilgili algıda bozukluk
İlaç, madde ve alkol kullanımı
Davranış bozuklukları
Suç ve şiddete eğilim
Ailelerin ergenlik dönemiyle baş etme yolları
Mekânı zamanı kullanmayı öğretme
Dinlemeyi, iletişimi sağlama
Temel güven ve iyi niyeti hissettirme
Her zaman kaldıracağı sorumlulukları verme
Rüşvet değil gayrete ödül verme
Kısa hedefler bulup başarmanın tadını yakalama, rekabet değil kendini geliştirme
Başladığını bitirme
Biricik, değerli olduğunu bilsin
Ne yaparsa ne olursa olsun gönül bağınızı hissetsin
Gurur duyduğunuzu, yeteneklerini anlasın
Eksikliklerini, farklılığını fark etsin
Bir tatlı söze, ufacık ilgiye, övgüye muhtaç olmasın
Ailelerin ergenlik dönemiyle baş etme yolları
Ergenlik dönemi özellikleri hakkında bilgilenin ve bu bilgilerinizi çocuklarınızla paylaşın.
Okul başta olmak üzere her türlü sosyal kuruma sorumluluk düşmekte. Ancak en büyük pay yine aileye düşmektedir.
Çocuklar ve gençler sizin söylediklerinize değil, yaptıklarınıza dikkat eder.
Bu açıdan kuru kuruya nasihat eden bir anlayışı benimsemeyin.
Onu duyun, dinleyin ne dediğini anlamaya çalışın.
Mutsuz ve üzgün olduklarında bile, sizlerle konuşmalarını yüreklendirecek ilişki tarzı geliştirin
Ondan kesinlikle mükemmel olmasını beklemeyiniz.
Ufak tefek hataları görmezden geliniz.
Onu iyi komşu çocukları ile kıyaslamayınız.
Tenkitte cömert olduğunuz kadar övgüde ve takdirde de cömert olunuz
Sınırları ve özgürlükleri hakkında çocuğunuza bilgi verin.
Yaşlarına uygun, yeteri kadar özgürlük sağlamak, gelişmelerini olumlu yönde destekleyecektir.
Sürekli denetim altında tutmayın. Bunu isteseniz de başaramazsınız.
Kendisine güvendiğinizi samimi olarak ve davranışlarınızla gösteriniz.
Yapacağı yanlış bir davranışın, her şeyden önce kendi kişiliğine saygısızlık olacağı temasını işleyiniz.
Otokontrolün gelişmesi için ailede ve toplumda bazı sorumluluklar verin.
Kekemelik, konuşmanın akıcılık ve ritminin istemsiz kesintiler ve bloklarla zarar gördüğü, etkili bir şekilde iletişim kurmayı engelleyen bir bozukluktur. Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı-5. Baskısı, kekemeliği kişinin, yaşı ve dil becerileri açısından uygun olmayan, ses ya da seslem (hece) yinelemeleri, ünsüz ve ünlü ses uzatmaları, kırık sözcükler kullanma, sesli ya da sessiz duraklama, dolambaçlı konuşma, sözcükleri büyük bir gerginlikle çıkartma, tek seslemli (heceli) tam sözcük yinelemeleri durumlarından birinin veya birden fazlasının sık ortaya çıkması ve bu belirtilerin zamanla bozukluklar olması biçiminde tanımlamaktadır.
Toplumda yaygınlık oranının %1, kronikleşme oranının ise %0.5-1 arasında olduğu bildirilmektedir. Erkeklerdeki kekemeliğin kızlarla karşılaştırıldığında 4 kat daha fazla olduğu ve erkeklerdeki kekemeliğin kızlardakine göre daha fazla kalıcı ve dirençli olma eğiliminde olduğu belirtilmektedir.
Başlangıç 10 yaş öncesindedir. Çoğu çalışmada kekemeliğin kendiliğinden iyileşme olasılığı, yaklaşık %80 gibi yüksek oranda verilmektedir. Kekemelerin yakın akrabaları arasında kekemelik görülme olasılığının yaklaşık %50 olması, yüksek ailesel sıklığa işaret etmektedir.
Kekemelik Etiyoloji
Kekemelik etiyolojisinde genetik, gelişimsel (sosyal-duygusal, fiziksel, bilişsel, dil-konuşma) ve çevresel faktörlerin etkili olduğu öne sürülmesine rağmen henüz patofizyolojisi hakkında kesin kanıtlar ortaya konamamıştır. Ancak, yaygın olarak kekemeliğin tek bir nedene bağlı olarak ortaya çıkmadığı görüşü hâkimdir. Kekemeliğin ortaya çıkmasında motor konuşma, dil-bilişsel, psikolojik, çevresel, nörolojik gibi birçok faktörün etkili olduğu, aynı zamanda tüm bu alanlar arasındaki etkileşimin de önemli olduğu bildirilmektedir.
Doğal olmayan el/parmak hareketleri, parmak şaklatma vb.
Doğal Olmayan kol, bacak, ayak hareketleri
Konuşmaktan Kaçınma
Takıldığı kelimeleri söylemekten kaçınma
Konuşma sırasında kısa yanıtlar oluşturma (1-2 sözcüklü yanıtlar)
Kısa cümleler kurma
Suskunluk
Göz teması kurmama
Konuşması Gereken Ortamdan Kaçınma
Aile üyeleri dışında kimseyle ilişkide olmama
Sadece kendini kabullenenlerle arkadaşlık kurma
Tanıdık ortamlar haricinde bulunmama
Otorite figürleriyle konuşmaktan kaçınma
Telefonda konuşmaktan kaçınma
TEDAVİ
Kekemeliğe müdahale değişik yaş dönemleri için farklı yaklaşımlar şeklinde olur. Okul öncesi dönemde iyileşmenin büyük oranda gerçekleşmesi ve çocuğun konuşması üzerine odaklanması kaygısı nedeniyle, okul öncesi çocuklara yönelik doğrudan terapötik müdahale yapılıp yapılmaması konusunda çoğu klinisyen tarafından tercih edilen yaklaşımda, dolaylı müdahale yöntemleri kullanılır. Bu çerçevede aile danışmanlığı ve çevrenin uygun hale getirilmesini içeren yaklaşımlar sunulur. Bu yaklaşım, anne-babanın gevşemiş ve telaşsız konuşma ortamları oluşturmasını sağlayan ve ev ortamında iletişim güçlüklerini azaltıcı teknikleri içerir. Bu bağlamda ailelere, çocuğun konuşma akıcılığı bozulduğunda üzerinde durmamaları söylensede, ailelerin çoğu bu durumu göz ardı edememekte ve çocuğun konuşmasına gerek sözel gerekse duygusal tepkiler ile müdahale etmektedirler. Çocuğa konuşması konusunda baskı yapılmaması, kelime ya da cümlelerinin düzeltilmemesi ve tamamlanmaması, kendini rahatça ifade etmesine olanak tanınması, konuşurken sabırla dinlenmesi ve çocuğun dikkatinin konuşması üzerine çekilmemesi gibi öneriler verilmektedir.
Alay etme, utandırma, zorlama gibi tutumlardan kaçınılması gerektiği üzerinde durulur. Ailenin aşın titiz, düzenli, denetimci ve kuralcı tutumların gevşetilmesi önerilir. İkinci yaklaşımda ise, çocukların ebeveynlerine davranışsal teknikleri uygulamaları ve çocuğu gündelik konuşma ortamında kekemelikten bağımsız sözel iletişime yönlendirmeleri öğretilir.
Dolaylı yaklaşımların yetersiz kaldığı durumlarda ve daha büyük yaştaki çocuklara konuşma terapisi uygulanır.
Geleneksel konuşma terapisinde, alışılmış basmakalıp davranış örüntülerinin değiştirilmesi ve öğrenilmiş tepki ve gerginliğin azaltılması üzerine odaklanılır. Blokların analizi ve modifikasyonu yapılır, azaltılması ya da tamamen ortadan kaldırılmasına çalışılır. Daha
yeni terapi tekniklerinde konuşma akıcılığının yeniden düzenlenmesine odaklanılmaktadır; ses, hece ve sözcüklerin arasında düzgün geçişler ve hız ayarlanması ile konuşmanın yeniden düzenlenmesi yapılır.
Kekemeliğin özgün bir ilaç tedavisi yoktur. Kekelemeye eşlik eden hareket belirtilerinin olması, kekelemenin tik bozukluklarına benzerlik göstermesi ve gerginlik durumlarında artması nedeniyle doparnin tip 2 (D2) reseptör antagonistleri denenmiştir. Bu çerçevede haloperidol ve risperidonun eşlik eden hareketlerin tedavisinde etkili olduğu belirtilmektedir.
Kaçınma davranışlarının ve kaygının yoğun olduğu durumlarda, serotonin geri alım inhibitörlerinden yararlananların olabildiği bildirilmektedir.
Kaynak
Konuşma ve Dile Özgü Gelişimsel Bozukluklar (İletişim Bozuklukları). İçinde: Akay AP, Ercan ES, Perçinel İ, Ardıç ÜA, Güney SA, Demirkaya SK, Güler AS, Yazıcı KU (editörler). Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları. Ankara: Türkiye Çocuk ve Genç Psikiyatrisi Derneği Yayınları. 2016.
Obsesif kompulsif bozukluk, kimi zaman istenmeden gelen, uygunsuz olarak yaşanan ve belirgin anksiyete ya da sıkıntıya neden olan, yineleyici ve sürekli düşünceler, dürtüler ya da düşlemler olarak tanımlanan obsesyonlar ile kişinin, obsesyona bir tepki olarak ya da katı bir biçimde uygulanması gereken kurallarına göre kendini alıkoyamadığı yineleyici davranışlar ya da zihinsel eylemler olarak tanımlanan kompulsiyonlarla karakterize bir anksiyete bozukluğudur.
KLİNİK GÖRÜNÜM
Erişkinler kadar çocuklar da sosyal ve akademik alanlarda sıkıntı yaşamaktadırlar. Araştırmacılar, çocukluk ve ergenlik dönemlerinde görülen OKB’nin, çocuğun akademik başarısını, sosyal işlevselliğini ve aile ilişkilerini olumsuz etkileyen, şiddetli bir bozukluk olduğunu belirtmektedirler.
Bazı çocuklar, zorlayıcı düşüncelerini veya duygularını kaygıyla değil; tiksinme, rahatsızlık ya da “bir şeyler tam değil” gibi belirsiz duygularla ilişkilendirerek tanımlamaktadırlar. Bazı yazarlar, çocukların obsesyon ve kompulsiyonlarının aşırı ve anlamsız olduğunun farkında olmamalarının, çocuklarda yüksek derecede içgörü, ritüelleri ortadan kaldırmaya yönelik güçlü istek ve var olan belirtileri izleyip bildirmeye ilişkin yeteneğin olmamasından kaynaklandığını vurgulanmaktadır. Bu bakış açısının yanı sıra, OKB’li çocukların zihinlerindeki zorlayıcı düşüncelerin, OKB’li ergen ve erişkinlere kıyasla daha az sayıda, daha az sıkıntı veren ve daha kontrol edilebilir nitelikte olduğunu vurgulamaktadırlar. Dolayısıyla çocukların zorlayıcı düşüncelerle ilgili olan üzüntü, endişe, kabul edilemezlik gibi duyguları, ergen ve erişkinlere oranla daha az yaşadığını ileri süren yazarlar; çocukluktan erişkinliğe doğru gidildikçe, zorlayıcı düşüncelerin daha sık, daha şiddetli ve dayanılması daha güç hale geldiğini belirtmektedir.
Çocukluk ve erişkinlik dönemlerinde benzer içerikli obsesyon ve kompulsiyonlarla karşılaşılmasına rağmen, erken yaşlarda OKB tanısı alan çocuk ve ergenlerde, obsesyon ve kompulsiyonlar erişkinlerden farklı görülebilmektedir. Örneğin, çocukluk dönemi OKB olgularında, sıklıkla obsesyonların eşlik etmediği saf kompulsiyonlar görülebilmektedir. Bu kompulsiyonlar incelendiğinde; parmak yalama veya daireler çizerek yürüme gibi motor sistemle ilgili kompulsif belirtilerin, erken yaşlarda OKB tanısı almış çocuklarda daha sık görüldüğü saptanmıştır. Sonuç olarak çocuklarda görülen OKB belirtilerinin, erişkin olgularda görülen OKB belirtilerinden farklılaştığı temel noktalar: obsesyonların saf kompulsiyonlarla seyredebilmesi, belirtilerin kademeli olarak ortaya çıkması ve sinsice ilerlemesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Belirtilerin şiddetinde, yaş grupları arasında görülen temel farklılık ise kişinin yaşadığı sıkıntının süre açısından uzun olmasıdır.
Özgül fobi, belli bir nesne ya da durum varlığında ya da beklentisi olduğunda ortaya çıkan aşırı ya da anlamsız, belirgin ve sürekli korkudur. Bu korku sonucu kişi kaçınma davranışı sergiler, yoğun anksiyete yaşar ve bu durum kişinin işlevselliğini etkiler ya da korkuyla ilgili yoğun sıkıntı yaşanır.
KLİNİK GÖRÜNÜM
Normal gelişim sürecinde, korku çocuklarda sık görülen bir duygusal tepkidir. Tipik olarak çocuklar, yabancı kişilerle ilgili, ayrılmayla ilgili, yüksek ses, gürültü, karanlık, su, hayali varlıklar, örümcek ve yılan gibi hayvanlarla ilgili korku tepkileri göstermektedir. Bu korkular genel olarak kısa sürelidir, yaşla azalma göstermektedir ve işlevsellikle belirgin bozulmaya yol açmamaktadır.
Fobik olarak tanımlanan korkular ise, belirgin sıkıntı yaratan ve işlevselliği bozan korkulardır. Özgül fobi; hayvan tipi, doğal-çevre tipi, kan-enjeksiyon-yara tipi, durumsal tip ve diğer tip olmak üzere beş alt tipe ayrılmaktadır. Hayvan tipi ve doğal çevre tipi fobiler genellikle çocukluk döneminde ortaya çıkmaktadır.
Özgül fobide fobik uyaranla karşı karşıya kalma olasılığının getirdiği beklenti anksiyetesi görülmektedir. Fobik uyaran korku, başa çıkma ile ilgili yetersizlik ve zarar göreceği düşünceleri gibi bilişsel; terleme, ağız kuruluğu, nefes almakta zorluk, midede rahatsızlık hissi gibi fiziksel belirtiler çıkmasına sebep olabilir. Kişi temel korkusu nedeniyle anksiyetesini azaltmaya yönelik kaçınma davranışları sergiler. Kaçınma mümkün olmadığı zaman da, çocuklarda hırçınlık, donakalma, parmak emme, ana babaya yapışma ya da ağlama gibi tepkiler görülebilir. Erişkinler bu korkuların aşırı ve anlamsız olduğunun farkındayken, çocuklar bu aşırılık ve anlamsızlığı fark edemeye bilmektedirler.
Panik bozukluk tekrarlayan ve beklenmedik anlarda ortaya çıkan panik ataklarıyla seyreden, hastanın sonraki ataklarla ilgili beklenti korkusu yaşayıp, kaçınma davranışı sergilediği bir bozukluktur. Bozukluğun temelini oluşturan panik ataklar ise, nefes darlığı, çarpıntı, göğüs ağrısı, sersemlik, derealizasyon, paresteziler, sıcak ya da soğuk basması, terleme, bayılacak gibi hissetme, titreme ya da sarsılma hissi gibi belirtilerin görülebildiği ve beklenmedik anlarda ortaya çıkan anksiyete nöbetleridir.
Çocuk ve ergenler için panik bozukluğu, kronik ve psikososyal zorluklara, aile ve arkadaş ilişkileri yanında, akademik alanda da zorluklara sebep olan bir psikopatolojidir.
KLİNİK GÖRÜNÜM
Panik bozukluğu tanı ölçütlerini karşılamak için çocuk ve ergenin beklenmedik ve tekrarlayan şekilde panik atakları geçirmesi gerekmektedir. Panik atağı, herhangi bir gerçek tehdit ya da tehlike olmaksızın ortaya çıkan ve çocuk ya da ergenin bir grup duygusal, somatik ve bilişsel belirti yaşadığı anksiyete ataklarıdır. Aniden ortaya çıkan bu ataklarda belirtiler birkaç dakika içinde doruğa ulaşır ve kişide belirgin korku ve huzursuzluk yaratır. Bu ataklar genellikle 15-20 dakika içinde kademeli olarak şiddetini yitirir ve kaybolur. Panik atağı sırasında, ergenlerde çarpıntı, titreme, sarsılma, bulantı, karında huzursuzluk hissi, terleme gibi duygusal ve somatik belirtiler gözlenebilir. Göğüs ağrısı, panik atağı sırasında ortaya çıkabilen çocuk ve ailesi için oldukça korkutucu olan belirtilerden biridir.
Panik atakları olan çocuk ve ergenlerde bilişsel belirtiler olarak delireceği, kontrolü kaybedeceği, ciddi bir hastalık geliştireceği, bayılacağı hatta öleceği ile ilişkili korkular ortaya çıkabilmektedir. Ancak, çocuk ve ergen yaş grubunda bilişsel belirtilerin somatik belirtilere göre daha az ifade edildiği bilinmektedir. Panik atağı geçirmekte olan çocuk, bir şeylerin yolunda olmadığını ya da kötü bir şeyler olacağını düşünür; ancak tam anlamıyla ne olduğunu ve nasıl olacağını anlamlandıramaz.
Panik atakları üç gruba ayrılır;
Beklenmeyen panik ataklar: Panik bozukluğun tanısını koyabilmek için gereklidir.
Durumla bağlantılı panik ataklar: Özgül fobi ve sosyal fobi gibi diğer anksiyete bozuklukları için daha özgüldür.
Durumun öncülük ettiği panik ataklar: Panik bozukluğunda sık görülmekle birlikte, fobik bozuklarda da sık olarak ortaya çıkabilir.
Panik bozukluğu tekrarlayan, beklenmedik ya da durumların öncülük etmediği panik ataklarıyla karakterizedir. Çocuk ve ergenler en az 4 hafta süreyle başka ataklarında olabileceğine ilişkin sürekli bir kaygı ve/veya panik atağının yol açabilecekleri ya da sonuçlarıyla ilgili endişe yaşarlar ve/veya ataklarla ilişkili belirgin davranış değişiklikleri gösterirler.
Küçük çocuklarda panik tepkileri görülebilse de, bu yaş grubunda uyaran olmadan beklenmedik bir anda gelen tipik panik ataklarının varlığı konusunda kesin veriler bulunmamaktadır.
Sosyal fobi, kişinin tanıdık olmayan kişilerle karşı karşıya kaldığı durumlarda ya da başkalarının gözünün üzerinde olabileceği sosyal durumlarda yaşadığı belirgin ve kalıcı bir korkudur. Korkulan sosyal durumlarla karşılaşma kişide belirgin bir anksiyete uyandırır ve kişi bu anksiyeteyi doğuran durumlar karşısında kaçınma davranışı sergileyebilir. Kişinin yaşadığı sosyal anksiyete ya da kaçınma davranışı, onun işlevselliği üzerinde de olumsuz etki yaratır ya da korku ile ilişkili belirgin sıkıntı yaşatır.
Eğer sosyal fobi tüm toplumsal durumlarda ortaya çıkarsa “yaygın tip sosyal fobi”, sadece belirli sosyal durumlarda ortaya çıkıyorsa “kısıtlı tip sosyal fobi” tanımlaması yapılmaktadır.
KLİNİK GÖRÜNÜM
Sosyal fobisi olan bireyler sıklıkla başkalarının kendilerinde hata bulabileceğinden korkarlar ve aptalca ya da utanç verici bir şey yapacaklarını ya da söyleyebileceklerini düşünürler. Yüzde kızarma, terleme, kalp atışında hızlanma, titreme, ağız kuruluğu, baş dönmesi gibi somatik yakınmalar sıktır. Sosyal fobisi olan bireyler bu bedensel belirtilerin diğer insanlar tarafından fark edilebileceğinden korkarlar ve bu korku daha fazla anksiyete duymalarına yol açar.
Çocuk ve ergenlerde görülen sosyal fobinin klinik özellikleri, erişkinlerdekine benzemekle birlikte, bazı farklılıklar göstermektedir. Çocuklar, korkulan bir sosyal durumla karşılaştıklarında ağlayabilir, öfke nöbeti geçirebilir, annelerinin arkasına saklanabilir ya da okula gitmeye direnç gösterebilirler. Sosyal fobisi olan çocuk ve ergenler sınıf faaliyetlerine katılmaktan kaçınabilir, sınav ya da sunumlarda başarısız olabilir. Sosyal fobisi olan ergen ve genç erişkinler, karşı cinsle iletişim ve yakın ilişki kurmaktan kaçınabilirler.
Yaygın anksiyete bozukluğu, kişilerin birçok olaya ya da etkinliğe ilişkin aşırı sıkıntı, kaygı ve endişe yaşadığı, kişinin kaygısını kontrol etmekte zorlandığı ve yaşanan kaygı ve endişe nedeniyle kişinin işlevselliğinin önemli derecede etkilendiği bir anksiyete bozukluğudur. Yaygın anksiyete bozukluğunda klinik belirtiler çoğunlukla erken çocukluk döneminde başlar ve ergenlik döneminin ortalarında pik yapar. Çocuk ve ergenlerde sıklığı %2-6 olarak bildirilmiştir.
KLİNİK GÖRÜNÜM
Yaygın anksiyete bozukluğunun temel klinik görünümünü oluşturan belirti, çocuk ve ergenlerin en az 6 altı ay süreyle okul, sosyal işlevler gibi birçok alan ve olayla ilgili yaşadıkları endişedir. Bu çocuk ve ergenler gelecekleri, sağlıkları, güvenlikleri ve performansları ile ilişkili devamlı, kalıcı ve kontrol edilmesi güç bir kaygı yaşarlar. Bu kaygılara, huzursuzluk, yorgunluk, kas gerginliği, uyku bozuklukları, mide ve baş ağrıları gibi bedensel belirtiler; dikkati toplamada güçlük gibi bilişsel belirtiler; performansın mükemmel olacağına inanılmayan aktivitelerden, kuralsız/toplumca onaylanmayan davranışlardan kaçınma gibi davranışsal belirtiler eşlik etmektedir.
Yaygın anksiyete bozukluğu olan çocuk ve ergenler sıklıkla mükemmeliyetçidir. Küçük bir hatayı tam bir başarısızlık olarak yorumlama eğilimleri vardır. Performanslarının mükemmel olacağına inanmadıkları aktivitelerden kaçınmaya yatkındırlar. Kendini aşırı derecede eleştirme bu çocuk ve ergenlerde sık izlenir. Bunlara ek olarak onaylanmaya sık ve fazla ihtiyaç duyarlar. Doğru ve iyi yaptıkları onaylanmadığı sürece işlerinde ilerleme gösteremeyebilirler.
Yaygın anksiyete bozukluğu tanısı konulan çocuklar “aşırı olgun” ya da küçük erişkinler olarak tanımlanmış ve kurallara uyma, randevuları kaçırmama konusunda yaşadıkları anksiyete ve içinde bulunulan durumların olası tehlikeleriyle ilgili yaşadıkları endişenin, bu çocuklara olgun görünümü verdiği öne sürülmüştür.